Kızıl koşucumuzun ilk sezonunun değerlendirilmesinde ilk iki adımı geride bıraktık. Dizinin ilk sezonunda yer alan çizgi roman göndermelerini şu iki yazımızda topladık:
1. Bölüm - 11. Bölüm arası
12. Bölüm - 23. Bölüm arası
Ve sırada sezonun son yazısı, genel değerlendirmesi var. Bütün sezonu değerlendireceğimiz için genel başlıklar üzerinden gitmemiz daha doğru olur.
HİKAYE
Dizi, Arrow'dan fırlayıp geldi. Tabii, sonuçta çok popüler bir Arrow karakterinin dizisi değil, başlı başına yeni ve aslında Arrow'dan çok daha popüler bir karakterin dizisi. Ama gelin görün ki piyasada önem verilen tek şey çizgi roman okurlarının görüşleri olmuyor. Bir televizyon kanalı nezdinde düşünecek olursanız çizgi roman okumayan seyirci kitlesi, okuyan kitlenin kat kat üstünde. Haliyle Arrow'da gözüktükten sonra yayın hayatına başlayan bir karakter bir nevi Arrow spin-off'u olarak gözükecektir. Ve dizinin en güzel yanı, bu yan dizi etkisini neredeyse 2 belki 3 bölümde üzerinden atarak bambaşka bir seyirde ilerleyeceğini izleyiciye güzelce kavrattı.
Her şeyden öte dizi oldukça aydınlık. Arrow ekibinin konuk olduğu bölümde Felicity bile "Eğlenceli olan şehir burası değil miydi?" diyordu. Hepimiz açıkçası başta korktuk Arrow'un havasına kapılıp karanlık bir diziye dönüşecek diye. Sonuçta Green Arrow da çizgi romanlarda eğlenceli bir karakter ama küçük ekranda CW'nun Batman'i oluverdi çıktı. The Flash hem hikayesiyle hem de karakterleriyle aydınlığını güzelce ve keyifle izletti bize.
Sezon hikayemiz Barry Allen'ın güçlerini keşfetmesi, ilk büyük düşmanıyla ve trajedisinin yaratıcısıyla tanışmasının yanı sıra küçük kalibredeki düşmanlarla uğraşmasına odaklandı. Kelimenin tam anlamıyla bir köken hikayesiydi yani. Barry Allen'la birlikte biz de onun güçlerini yeni öğrendik, kendisiyle ilgili temel sorunları biz de onunla birlikte yaşadık. Sezonun kurulduğu hikaye bizi de sürekli merak içerisinde bıraktı. Her bölümde alakasız bir düşmanla dövüşse de her bölümün sonunda bir sonrakini heyecanla bekletti.
Bu da bizi sezonun kötü yanlarından birisine getiriyor: bölümlük kötüler. Genel bir sezon hikayesi var ancak eğer bölüm Reverse-Flash içermiyorsa bölümün konusunu tahmin edebiliyoruz her seferinde: parçacık hızlandırıcısının patladığı gece bir şeyle uğraşan kişiler patlamanın etkisiyle o şeyi temsil eden bir kötüye dönüşüyor, Barry ilk başta dayak yiyor, Iris'in can sıkıcı muhabbetlerini dinliyoruz, Cisco ve Wells bir çözüm buulyorlar, Barry çözümü uygulayıp düşmanı içeri tıkıyor. Hikayenin tamamının bu şekilde geçtiği bölümler var. Belli aralıklarla Rogues, Firestorm gibi farklı soslar da katılmaya çalışılsa da onların yer aldıkları bölümler de aynı mantıkta hareket ediliyor. Rogues ekibini farklı bir hikaye modunda izlemek için neredeyse sezon finalinden bir önceki bölüme kadar bekledik.
Aslında benim içimdeki ukte olsa gerek, çizgi roman dizilerinin de çizgi roman mantığıyla hareket etmesini isterdim. Açayım, çizgi romanlarda tek sayıda olup biten hikaye sayısı azdır. Bunların içlerindeki güzel hikaye sayısı daha da azdır. Ama güzel hikayeler her zaman 4-5-6 sayılık serilerden çıkarlar. Çünkü karakterleri güzelce işleyip kahramana ayrı bir zaman ayırmak mümkün. Her final sayısı da finalin hakkını verir. Son yaklaştıkça heyecan da her sayıyla artar. Finalde her şey çözüldükten sonra da son birkaç sayfada sıradaki seriye dair küçük bir heyecanlandırıcı koyarlar. İşte çizgi roman dizilerinde benim istediğim şey bu. Güzel kurgulanmış ve örülmüş bir hikaye 3-4 bölüme dağıtılır, her kötüyü bir bölümde çerez gibi harcayıp sonraki kötülere olan beklentiyi düşürmek yerine bir serilik bölümde detaylıca işlenir. Finalde de açık nokta bırakmadan toplanır sıradaki hikayeye işaret verilir. İşin ilginci bunu 25 sezon yapmış bir dizi var: Doctor Who klasik serisi.
Tek bölümlük hikayeler çok iyi yazıldığı taktirde güzeller. Bunu en iyi yapan kimdi biliyor musunuz? Paul Dini. Hem Batman The Animated Series'te hem de Batman the Brave and the Bold'da mükemmel bölümler çıkardı. Ve işin aslı, Paul Dini'nin çizgi roman yazım tarzı da bu şekilde! Yazdığı 24 sayılık Detective Comics döneminde neredeyse bütün hikayeleri tek sayılık hikayeler ve sadece bu 24 sayıyla okuduğum en güzel Batman dönemlerinden birisinin mimarı olmayı başarıyor.
İşte sezondaki hikayelerin sıkıntısı buydu. Ancak tek bölümlük hikayeler sezonun eksisiyse, sezonun genel hikayesi de kat be kat artısı. Reverse-Flash hikayesi o kadar güzel işlendi ki karakterin sahneye çıktığı her anda küçük sevinç çığlıkları attık. Bunun yanı sıra Harrison Wells gibi çizgi romanlarda adı bile geçmeyen bir karakteri alıp Reverse-Flash efsanesine bu kadar ustaca yedirmek de her babayiğidin harcı değil. Burada The Flash yazar ekibi bir alkışı hak ediyor. Flash-Reverse Flash arasındaki nefret ve Barry - Harrison Wells arasındaki baba-oğul ilişkisi birbirlerini o kadar güzel dengeliyor ki kostüme bürünsünler ya da bürünmesinler, dövüşsünler ya da muhabbet etsinler, ekranın karşısında heyecan kaybetmeyen biz oluyoruz.
Sezonun hikayesine böylece 7.5 verebiliriz. (Arrow 2. sezona 7, 3. sezona 3.5 verdim diyerek The Flash 1. sezona verdiğim notu daha sağlıklı karşılaştırabilirsiniz diye düşünmekteyim.)
İYİ KARAKTERLER
En nihayetinde bu bir süper kahraman dizisi. İyi karakterlerle kötü karakterlerin neredeyse net bir şekilde ayrıldığı bir dünya. Bir Fargo ya da True Detective griliği beklememiz zaten en baştan yanlış olur. Bu yüzden dizideki karakterleri iyi ve kötü diye ayırıp ona göre incelemekte bir mahzur yok. Bu kısımda genel olarak karakterlere ve karakterizasyonlarına bakacağız. Yani, oyunculukları değerlendirmenin yeri burası değil.
Cisco Ramon: Tam bir eğlenceli hergele. Her düşmanın adını kendisinin takması, giydiği tişörtler, yaptığı göndermeler onu başlı başına bir fan favorisi haline sokuyor. Aynı zamanda Barry için de mükemmel bir eküri olduğu için ikisini yan yana gördüğümüz zaman sıkılmayacağımızın farkında oluyoruz. Ancak Cisco'nun geçmişini daha detaylı görebilmek çok daha iyi olurdu. Hakkında çok az bilgi kırıntısı saçıyorlar ve baş karakterlerden birisini aslında sandığımız kadar da iyi tanımıyoruz. Ve hayır, ailesiyle ilgili tek bir bölüm kurtarmıyor.
Caitlin Snow: Caitlin güçlü bir karakter. Başlangıçta Ronnie'nin kaybıyla sarsılmış olsa da bize Arrow'un ilk sezonundaki Felicity Smoak havasını verebiliyor. Ama ilerleyen bölümlerde biraz daha geri planda kalıyor. Gerçekten her bölüm Caitlin'i aksiyonun içinde görüyoruz yeterince ve belki de Cisco ile aşağı yukarı aynı ekran süresi alıyor ama Cisco kadar bağ kuramıyoruz. Bunda Cisco'nun gamsızın önde gideni olmasının payı da var ancak Caitlin bir arkadaştan ötesi olamıyor. Lab asistanı havası var üzerinde daima.
Bu arada bu üçlü nedense bana Harry Potter, Ron Weasley ve Hermione Granger üçlüsünü hatırlıyor. Kahraman Barry, şapşal yancısı Cisco ve bilgiç kadın Caitlin.
Joe West: Babamız. Hayır, cidden Joe karakteri o kadar güzel oturtulmuş ki hikayedeki rolünü hiçbir zaman yadırgamıyoruz. Kötü bir yanını, zayıflığını, karnının yumuşak tarafını ya da zaaflarını görmüyoruz. Dizide belki de sonuna kadar iyi bir karakter olarak yazılan iki kişiden birisi.
Eddie Thawne: Diğer kişi de Eddie. Tüm sezon boyunca Eddie defalarca kez beni ters köşeye yatırdı. Ben bu adamın hep bir noktada şerefsiz, içten pazarlıklı birisi çıkmasını bekledim. Ama adam her defasında yanılttı. O kadar iyi bir karakter olarak yansıtıldı ki adam hakkında tek bir olumsuz düşünce oluşturamadan kendisini kaybettik. Tamamen iyi olması tek eksisi olabilir. Karakteri hiç çok boyutlu olarak göremedik.
Iris West: Açık ara ilk sezonun en kötü karakteriydi Iris. Sürekli etrafındakilere trip atması, çakma Lois Lane olma çabaları saç baş yoldurdu. Kendisini tek bir karede özetlemek gerekirse o kare şudur:
KÖTÜ KARAKTERLER
Reverse-Flash/Harrison Wells: Kendisi piyasadaki çizgi roman dizileri içinde en iyi kötü adamdı. Karakterizasyonu çok başarılıydı. Özellikle Harrison Wells gibi tüm sezon çok sevdiğimiz bir destek karakterinin aynı zamanda sezon boyunca bizi en çok korkutan düşman olması kesinlikle mükemmeldi. Üzerine daha fazla konuşmaya gerek yok, "çizgi roman dizilerinde gördüğümüz en iyi kötü adamdı" cümlesi Reverse-Flash'ın ne kadar başarılı olduğuna dair söylenebilecek en net şey.
Rogues: Flash'ın diğer bütün kahramanlardan ayrıldığı en önemli nokta Rogues ekibidir. Bütün kötü adamlar kahramandan nefret eder, kahraman düşmanlarından nefret eder, aralarındaki savaşta birçok masum zarar görür. Kötü karakterler ya kahramanı sonsuza kadar bitirmek ister ya da daha korkunç ajandalar peşindedir. Belki buna verebileceğimiz tek istisna Batman'in düşmanları olabilir. Catwoman ya da Joker gibi kötüler onu ayrı bir yere koyuyor. Ama Flash'ın düşmanları onlardan bile farklı. Nevi şahıslarına munhasır bu karakterler hiçbir zaman Flash'ın sonunu getirmek istemedi, Central City'i yönetmek istemediler ya da kalkıp masum insanları keyif uğruna öldürmediler. Göndermeler sayfalarında da belirttiğimiz gibi Grodd şehre saldırınca Flash'la ortak olan, Forever Evil serisinde kötü Justice League ekibine geçenler büyük ödüller almasına rağmen onlara karşı şehirlerini koruyan bir ekip bunlar. Ve dizinin ilk sezonunda yaptığı şey, bu ekibin temellerini çok iyi kurması oldu.
Her ne kadar Flash'ın en büyük düşmanı Reverse-Flash olsa da en büyük rakibi her zaman Captain Cold olmuştur. Batman-Joker ilişkisini Flash-Zoom'da değil Flash-Captain Cold'da görürüz örneğin. Flash, Eobard Thawne'ın hayatını sona erdirmek isteyebilir ama bunu Cold için düşünmez bile. Cold da aynı şekilde davranan bir karakter. Sezon boyunca da soğuk havasıyla, centilmenliğiyle, hareketleriyle mükemmel bir şekilde çizilmiş bir Captain Cold izledik.
Onun kopyası gibi duran, tek farkı buz yerine alev saçmak olan Heat Wave ise Cold'dan o kadar farklı bir portrede yansıtıldı ki başlı başına orijinal bir karaktere dönüştü. İkisi de isimleriyle bütünleşiktiler. Cold, adı gibi soğukkanlı, sert bir karakterken Heat Wave sürekli patlamaya hazır bir bomba gibi, alev alev bir adamdı.
Golden Glider ise üzerinde o kadar konuşabileceğimiz kadar gözükmedi ama birkaç bölümden bile Cisco'yla ilişkisine bakarak Catwomanvari bir karakterizasyon görüyoruz. Bu kopyalamaktan kaynaklı değil, karakter tarzını çok iyi yansıttığından öyle.
Dizinin ilk sezonunda yaptığı en iyi şey Rogues ve Reverse-Flash gibi muhteşem düşmanlar yaratmaktı. Diğer kötü karakterleri ise ya tek bölümlük oldukları ya da ileriye saklandıkları için üzerine konuşabilecek kadar göremedik.
OYUNCULUKLAR VE TEKNİK KISIM
Grant Gustin, Barry Allen rolünde gerçekten iyi iş çıkarmış diğerlerinden ayrı olarak. Barry'nin öfkeli halini, eğlenceli halini, azimli halini net bir şekilde görebildik. Ana karakterin güzel oynaması diziyi de güzel kılıyor. Arrow'da Stephen Amell ekstra birkaç mimik öğrenip adam akıllı oynayana kadar neler çektiğimizi biliyoruz. Bu yüzden Grant Gustin'i takdir etmek gerek. Bugün Ezra Miller'ın film evreninin Flash'ı olmasına çok büyük tepki oluyorsa bunun en önemli sebeplerinden birisi herkesin Gustin'i asıl Flash olarak görmesi olsa gerek.
Ancak oyunculuk konusunda herkesi tek tek tokatlayıp ders verebilecek birisi varsa o da Harrison Wells'i canlandıran Tom Cavanagh'tır. Kendisini zamanında Scrubs'ta JD'nin uçarı abisi olarak tanıdım. O zamandan beri sevdiğim birisidir. Ancak Flash'ta resmen yüzümüze yüzümüze oyunculuk vurdu adam. Ne abartılıydı ne de silikti. Harrison Wells gibi karmakarışık bir karakteri mükemmel derecede oynadı. Ses tonu, mimikleri, jestleri, hepsi Cavanagh'ı her bölüm gözümüzde biraz daha yüceltti. Reverse-Flash'ın sonunu görmek işte ilk sezonun sonunda bu yüzden biraz üzücüydü aslında.
İşin teknik kısımlarına geçecek olursak, yönetmenlik açısından hiçbir sıkıntı olmadan izledik bölümleri. Oyuncuların birbirleriyle ve sahneleriyle uyumlarını keyifle takip ettik. Çok çılgın kareler, yönetmenlere özgü sahneler izlemedik hiç ama bunu da zaten beklemiyorduk.
Dizinin artılarından bir tanesi efektleriydi. Flash karakteri gereği tek başına bile olsa efekte ihtiyaç duyan bir karakter, bir Arrow değil. Dolayısıyla hız efekti her şeyden önce geliyordu. Bunun da altından başarıyla kalktılar. Efektlerin ustalıkla kullanılması diziyi ucuz bilim kurgu filmlerine çevirmeden, daha da keyif alınacak şeylere dönüştürdü. Güzel seçilmiş dizi müzikleri de hepsinin tuzu biberi oldu.
Teknik olarak övebileceğimiz ya da yerebileceğimiz çok bir şey yok. Bu açılardan kesinlikle sınıfı geçiyor The Flash.
SONUÇ
Her şeyi özetlemek gerekirse, The Flash, 1. sezonu itibariyle dizi hayatına muhteşem bir şekilde başladı. Elbette bir Daredevil değildi, ama bir Daredevil olmasını zaten beklemiyorduk bile. Karakterin özü bile aykırı. Eğlenceli bir karakteri eğlenceli bir dizide izledik. Güzel işlenmiş iyi karakterleri, karakterizasyonları ve sebepleri oturmuş kötü adamları, her bölüm heyecanlandıran hikayeleri ve başarıyla üstesinden gelinmiş teknik yeterliliğiyle The Flash'ın ilk sezonu dört dörtlüktü.
Eğer sezona tamamen bir puan verecek olsaydık bu: 8.5 olurdu.
Şimdi sırada 2. sezon var! Koş, Barry, koş!
Yorum Gönder