Superman Returns (2006) İncelemesi


 Superman’in film ve dizi tarihini incelerken uzun bir yola çıktık. Ve artık Superman Returns filmimiz de bu süreçte son dönemecimiz. Çünkü bu filmden sonra Superman için neredeyse hiçbir şey eskisi gibi olmadı desek yeridir. Belki vizyona girdiği tarihte beklenti içindeki izleyiciler için film pek de istenen gibi olmasa da, bugün bu filmin –artık çok geç de olsa- bir şans daha hak ettiğini düşünenlerden biriyim. Fakat filmimizi incelemeye başlamadan önce, bu kadar uzun bir serüven sonrasında, hangi filmi hangi sırayla izlemeniz gerektiği konusunda birkaç listeyle başlangıç yapmak istiyorum. Çünkü bu akıldaki ufak tefek soru işaretlerini giderecektir.
 

İlk olarak, isterseniz Christopher Reeve filmlerini sırayla izleyebilirsiniz;

Not: Filmlerin sitemizdeki incelemelerine gitmek için isimlerine tıklamanız yeterli.


 
 Fakat açıkçası 1987 yılındaki filmin ‘’zorakiliği’’ ve asıl hikaye örgüsünün aslında üçüncü filmle sonlanıyor olması nedeniyle, isterseniz yukarıdaki listeden dördüncü filmi silebilir ve Christopher Reeve filmlerini bir üçleme ve bir de üçlemeden neredeysebağımsız film olarak izleyebilirsiniz. Ayrıca Superman II : Richard Donner’s Cut filmini de isteğe bağlı olarak vizyona giren asıl filmle değiştirebilirsiniz. Fakat dediğimiz gibi, dördüncü filmi her halükarda dışarıda tutsak hiç fena olmaz. Peki Superman Returns filmini neden listeye beşinci film olarak eklemedik? Eğer yukarıdaki bahsettiğim şekilde filmleri izlerseniz; Superman Returns’un listede hiçbir şekilde yeri yok. Neden mi? Çünkü Superman III filminin incelemesinde aklınızda kalması gereken bir şeyden bahsetmiştim. O da Martha Kent’in üçüncü film itibariyle öldüğü idi. Hatta dördüncü filmin kesilen sahnelerinden birinde Clark Kent, anne ve babasının mezarını da ziyaret ettiği de düşünülürse, burada çelişkili bir durum ortaya çıkıyor. Çünkü Superman Returns filminde Martha Kent hala yaşamakta. O zaman filmimizin yönetmeni Bryan Singer’in tekrardan ele aldığı ve devam filmi çektiği evrendeki film sıralaması değişiyor.

 
1-     Superman I (1978)
2-     Superman II (1980)
3-     Superman Returns (2006)


Yani anlayacağınız B. Singer, son iki Christopher Reeve filmini yok sayarak yola devam etme  kararı almış gibi gözüküyor. Böylelikle elimizde yukarıda açıklamaya çalıştığım üzere, birkaç izleme sırası olacak şekilde listeler çıkıyor. Fakat bugün okuyacağınız bu yazıda, ben daha çok son listeye bağlı kalarak Superman Returns filmini ‘’üçlemenin son halkası’’ olarak değerlendireceğim.


 İşte bu noktada ilk bahsedilmesi gereken de, Superman Returns filminin prequel sayıları. Dört sayılık bu giriş sayılarının temelinde, ilk iki filmle bağlantı kurma isteği göze çarpıyor. Örneğin ilk sayımız olan ‘’Krypton to Earth’’ genel olarak 1978 yılındaki ilk filmden bildiğimiz Kripton’un yok oluşuna odaklanıyor ve Martha Kent ve Jonathan Kent çiftinin Kal-el’i bulmasıyla da sona eriyor. Fakat dediğim gibi, çizilen kişi ve ortamlar dahil her şey ilk filmle örtüşüyor. Bu sayının ardından ‘’Ma Kent’’ ve ‘’Lex Luthor’’ sayıları geliyor, özellikle üçüncü sayımızda da ilk film ile Superman Returns arasında bağlantı kurma çabası söz konusu. Son sayımız ‘’Lois Lane’’ ise daha çok Superman’in Dünya’yı terk edişinden sonrasına odaklanıyor. Filmde de sık sık göreceğimiz ‘’Why The World Doesn’t Need Superman’’ makalesini yazmaya iten sebepleri film öncesinde bize sunuyor. Hem bu dört sayı hem de film özel sayısının ilk birkaç sayfasından anlıyoruz ki, Dünya’daki bilim adamlarının Kripton’u bulması –veya bulduğunu iddia etmeleri- üzerine Superman ortadan kayboluyor. Filmimiz de Superman’in ortadan kaybolmasının beş yıl sonrasında geçiyor.


 Filmimiz zaten direkt bir handikapla başlıyor, daha doğrusu başlayamıyor. Handikabımız ise filmin asıl giriş sahnesinin kesilmiş olması. Sahnemiz de Kal-el’in Dünya’yı terk edişinin ardından Kripton’a ulaşması, daha doğrusu Kripton’dan arda kalanlara… Ve oradayken de Kriptonite maruz kalmasıyla da kahramanımız rotasını tekrar Dünya’ya çeviriyor ve böylelikle gezegenimize geri dönüyor. Fakat film hakkında her ne düşünürsek düşünelim, filmin başında Marlon Brando’nun sesinden yaptığımız açılış ve John Williams’ın eşsiz jeneriği birçok kişinin anılarını tazelemiştir eminim. Yine de B. Singer’in yaptığı jestler burada son bulmuyor, zira jenerik sonrasındaki sahnede Gertrude Vanderworth rolünde yakın zamanda kaybettiğimiz Noel Neill’i görüyoruz. Sadece bu kadar değil, ilerleyen sahnelerde Barmen Bo rolünde Jack Larson da karşımıza çıkıyor. Tekrar kaldığımız yere dönecek olursak, rotasını tekrar Dünya’ya çeviren Kal-el, Kent Çiftliği’nde mısır tarlasına düştüğünde de Superman’in beş yıllık yokluğu da son buluyor haliyle. Burada da eğer dikkat ettiyseniz, Martha Kent’in mısır tarlasına gittiği araç 1978 yılındaki ilk filmde Kent çiftinin ilk sahnelerde kullandığı araç ile aynı. B. Singer’in böyle ufak detayları filme yerleştirmiş olması izleyici olarak bizi şaşırtıyor elbette.


 Superman’in yokluğunda ise Dünya kendi başının çaresine bakmayı öğrenmiş gibi görünüyor. Daha doğrusu Superman’siz yaşamayı öğrenmişler. Yoksa felaketler, suçlar ve sıkıntılar devam ediyor. Ki nedense Kal-el/Clark Kent’in, Smallville’de olduğu zamanlarda televizyon kanallarını zaplarken, insanoğlunun Superman olmadan yaşamayı öğrenmesi durumundan dolayı yaşadığı bir hayal kırıklığı varmış gibi görünüyordu. Öyle ki bu düşüncem Clark’ın, Daily Planet’e gitmesi ve orada da Perry White’dan yediği ayar ile Lois Lane’in ‘’Why The World Doesn’t Need Superman’’ makalesi ile Pulitzer Ödülü kazanıyor olması ve bir çocuğunun olduğunu öğrenmesiyle sanki daha da hayal kırıklığına uğruyordu bu konuda. Yani Superman’de bencillik seziliyordu filmin hemen ilk yarısı boyunca. Sanki Dünya’yı (ve Lois’i) terk eden kendisi değilmiş gibi. Tabii Clark Kent’in gelişine sevinen tek kişinin Jimmy Olsen olması da, Jimmy’i bize neden sevdiğimizi hatırlattı. The New 52 etiketiyle çıkan çizgi romanlarda da hatırlarsınız ki, Clark ve Jimmy oldukça yakın dostturlar. Hazır bencillik de demişken, filmde Lex Luthor’un söylediği bir sözü de buradan aktaralım ; ‘’Tanrılar ortalıkta kızıl pelerinlerle uçuşan bencil yaratıklardır. Güçlerini insanoğluyla paylaşmazlar.’’


 Lex Luthor, Superman’in Yalnızlık Kalesi’ne girerek kristalleri çalmasının ardından, yapabileceği şeyler hakkında fikir sahibi olmaya çalıştığında genel bir elektrik kesintisine sebep oluyor. Superman’imiz de olaya elektiriğin kesilmesinden dolayı arızalanan uçağı kurtarma sahnesiyle dahil oluyor. Tabii uçağın içinde Lois Lane de var. Tabii buralara gelene kadar yaklaşık kırk dakika geçmesi gerekiyor. Yani her ne kadar bir devam filmi olsa da, sanki bir yeniden yapım gibi Superman’i görmek için bekliyoruz. Ayrıca altını çizmemiz gereken birkaç husus var. Mesela Lex Luthor’un Yalnızlık Kalesi’ne gittiğinde Jor-el ile konuştuğu sahneleri, Richard Donner’in ikinci film için çektiği sahneler fakat sonradan Richard Lester’in projenin başına getirilip Marlon Brando’lu sahnelerin kesilmesi nedeniyle ancak yıllar sonra izleyebilme şansına sahip oluyoruz. Sonrasında Lex Luthor’un yaptığı planlar için maket kullanmasını (biraz farklı da olsa) Lois and Clark dizisinde de görmüştük.


 Superman’i ilk gördüğümüz sahneler gayet yerindeydi bana kalırsa. Uçak kurtarma sahnesi deyip geçmemenizde fayda var. Aksiyon fukarası olan filmimizde en hareketli kısımlar tam da burada çünkü. Ayrıca Superman için en yeni çekim açıları ise sanılanın aksine Zack Snyder’in filmide değil bu filmde göze çarpıyor. Tabii Zack Snyder’in yenilik katmadığını söyleyemeyiz, sadece ona zamanı geldiğinde değeceğiz. Mesela bir diğer yenilik de ellinci dakikadan sonra karşımıza çıkıyor. Superman –fazla hızlı- uçtuğunda oluşan ses patlamasını ilk defa bu filmde görüyoruz. Ama çizgiromanlara ise doğrudan göndermeyi ellili dakikaların sonlarında, kontrolden çıkan arabayı kurtarırken Superman’in verdiği pozda görüyoruz. Öyle ki 1938 yılı Action Comics #1 sayısından bildiğimiz bu poz, çizgiroman kapaklarında da sıkça kullanılmakta. Fakat filmde böyle açıkça görmeyi en azından vizyona girdiğinde kimse beklemiyordur.


 Filmde ilk ve ikinci filmle örtüşen o kadar çok nokta var ki, saysak bitiremeyiz sanırım. Zaten bir sonraki (ve son) Superman filmi incelememizde genel bir değerlendirme yaparken yine geri döneceğimiz hususlar olacak. Ama ilk filmin senaryosundan o kadar fazla alıntı var ki, bu filme özel olarak bahsetmeye birkaçından devam edelim. Örneğin ilk filmde Lois ve Clark ilk tanıştıklarında Daily Planet binasından çıkarken kapıya sıkışıyorlardı hatırlarsanız. Bu filmimizde de Lois ve Clark yıllar sonraki ilk karşılaşmalarından sonra yine Daily Planet binasından çıkarken kapıya sıkışıyorlar. Yine ilk filme gönderme olarak, Lex Luthor’un müzeden Kriptonit çaldığı kısımda, bilgilendirme yazısını okursanız meteorun 1978 yılında Addis Ababa’da bulunmuş olduğu yazıyor. Sonrasında Richard White (filmimizde Lois Lane’in aşk yaşadığı kişi desek tam da doğru demiş sayılmayız ama öyle diyelim), Lois ve Clark yan yanayken, Richard’ın Clark’a ‘’Is that all right with you, Clark?’’ demesi üzerine Clark’ın cevap olarak ‘’Swell.’’ demesi yine ilk filme bir gönderme. Tabii ilk filmde bu cevaba Lois nasıl şaşırdıysa, bu filmde de tekrar bir şaşkınlık yaşanıyor (Neden şaşkınlık yaşadıklarını filmleri izlediyseniz biliyorsunuzdur).


 Tabii Superman’in dönüşünden Richard White pek memnun değil. Özellikle de "I Spent the Night with Superman" (Geceyi Superman İle Geçirdim) makalesini Lois’e tekrar sormasından bunu anlıyoruz. Bahsi geçen makalemiz de ilk filmde Lois ve Superman’in ilk buluşmalarından sonra yazılmıştı hatırlarsınız. Ve yine Superman Returns filminde yıllar sonra yine Superman ve Lois yine bir çatı katında (ama bu sefer Daily Planet çatısında) buluşuyorlar. Lois Lane’in tam sigarasını yakacakken karşısında Superman’i görmesi de Superman IIfilmini aklımıza getiriyor elbette. Neyse, seneler sonraki ilk buluşmaya dönecek olursak Brandon Routh’un röportaj yapılacağı esnadaki mimikleri bana direkt Christopher Reeve’i hatırlattı diyebilirim. Bunun dışında Superman ve Lois Lane’in birlikte uçtukları sahneyi ilk filmdekinden daha çok beğendim görsel açıdan. Verilen şehir manzaraları olsun, uçuş bittiğinde birbiriyle sarılarak çatıya tekrar dönmeleri olsun, dediğim gibi görsel açıdan çok başarılı bulduğum sahnelerdi. Yalnız buluşmalarında söylediği sözler, Superman’in Lois Lane’e tavır koyduğunu ve Dünya’nın Superman’e ihtiyacı olmadığı iddiasına karşı çıktığını belli ediyordu; ‘’Dünya’nın bir kurtarıcıya ihtiyacı olmadığını yazdın, ama ben her gün insanların kurtarıcı çağırdığını duyuyorum.’’


 Geldiğimiz noktadan biraz daha geriye dönelim ve Superman ilk göründüğünde neredeyse Dünya’daki tüm haber bültenlerinin Superman’den bahsettiği sahneye gelelim. Bu sahnede Superman’in Gotham Şehri’nde görüldüğünden bahsediliyordu. Batman’e ufak bir göz kırpılan bu sahnemiz, tarihe Batman&Robin ile birlikte ikinci kez başarısız evren birleştirme çabası olarak geçiyor böylelikle. Aynı sahnelerde superman’in Fransa’da görüldüğünü de görüyoruz ve çekim açısında Eiffel Kulesi var, bu da tabii ki Superman II filmine bir gönderme. Ki hatırlarsanız Superman II filminde Lois, Pulitzer Ödülü kazanma sevdasıyla başını belaya sokuyordu. Superman Returns filminde yukarıda da bahsettiğim üzere, bu ödülü almaya hak kazandığını görüyoruz. İşte burada da B. Singer’in –ve senaristlerin- Perry White’ın ağzından şu sözleri aktardığını duyuyoruz; ‘’Lois, Pulitzer Ödülü Oscar gibidir. Niçin layık görüldüğünü kimse hatırlamaz. Kazandın, hepsi bu.’’ (Ve evet, sanırım bu bir taşlama)


 Şimdi de geçelim genel olarak filmin ve karakterlerin değerlendirilmesine. Başta da söylediğim gibi, Superman Returns’u üçlemenin son halkasıymış gibi değerlendireceğim. Genel olarak baktığınızda, kullanılan eşyalarda olsun, mekanlarda ve giyimlerde olsun, klasik bir hava hakimdi. Yani her şey oldukça ‘’retro’’ duruyordu. Bunun sebebinin daha çok ilk iki filmle görsel olarak da koparmama düşüncesi olduğu aşikar. Çünkü 1980’lerde bıraktığımız filmimizin birden bire 2000’lerin modern havasında mekan ve görselliğine sahip  olması izleyiciyi itebilirdi. Bu yüzden bu konuda filmi oldukça başarılı buldum. Fakat retro hava yansıtılırken, efektlerin de tam tersine yılının koşullarına tam olarak uygun olduğunu söylemek mümkün. Sadece uçak kurtarma sahnesinin son dakikalarında CGI faciası yaşanmış olsa da genel olarak efektler de doyurucuydu. Senaryosal bazda baktığımızda ilk iki filmden farklılık tek konu hariç neredeyse hiç yok gibiydi. O da Superman’in oğlu Jason… Loisand Clark dizisini bitirirken, doğal olmayan yollarla da olsa çiftimiz bir bebek sahibi olmuştu son bölümde hatırlarsanız. Tabii filmimizin diziyle bir alakası yok ama B. Singer, Superman’in çocuğu olması fikrini sevmiş gibi gözüküyor. Ama maalesef biz izleyiciler o zamanlar sevmedik. Tabii biz sevmezken daha çok bu filmin de devam edeceğini düşünüyorduk, yani bu durumun devam filmlerini de etkileyeceğini düşünüyorduk, orası ayrı.


 Brandon Routh’un en büyük talihsizliği, daha önceden de söylediğim üzere Christopher Reeve’in üzerine tam oturan Clark Kent yorumunun kullanılmaya çalışılmış olması. Çünkü Superman izleyicisine farklı bir aktörle bunu kabul ettirmek biraz imkansızdı, ki Brandon Routh da bunun gazabına uğradı. Televizyonda bir geçmişe sahip olsa da beyazperdedeki ilk deneyimi olarak böyle bir rolü üzerine alması da diğer bir şanssızlığıydı. Zaten 2006 yılında Superman rolünden sonra kendisi 2008’e kadar hiçbir yapımda rol almamış gibi görünüyor. Zaten 2008’den 2015’e dek de oynadığı başarısız filmlerle televizyona tekrar dönüş yapan Brandon Routh’u, öncelerde Dylan Dog rolüyle başka bir çizgi roman uyarlaması filmde gördük, bugünlerde ise Ray Palmer/The Atom rolüyle Legends of Tomorrow dizisinde görüyoruz. Filmimizdeki Superman/Clark Kent rolü için konuşursak da, Superman rolünün altından kalktığını düşünürken, Clark Kent kısmında pek de iyi olmadığını söyleyebiliriz sanırım. Ayrıca rol için de dış görünüş olarak fazlasıyla ‘’çocuksu’’ durması, B. Singer’in rol için yanlış kişiyi seçtiğini düşünmemize sebep oluyor ve kocaman bir eksi olarak haneye yazılıyor.


 Gelelim Lois Lane rolünde Kate Bosworth’a. İşte tam da bu noktada ‘’Yönetmen hiç mi senaryoyu okumadı?’’ diye düşündürtecek şekilde karakter değişimi var. Atılgan haberci Lois Lane gitmiş, yerine dertlere gömülmüş bunalımlı anne gelmiş. Evet, bu senaryodan kaynaklı bir sıkıntı. Fakat nedense izleyiciler Kate Bosworth’a yüklenmeyi tercih ediyorlar. Fakat ben rolün altından kalktığını düşünenlerdenim. Ayrıca yaşça genç olmasını sorun edenleri de anlayamıyorum. Zaten Jimmy Olsen hariç hiç kimse otuz yaşından küçük göstermiyor. Bu nedenle yaş konusunun hiçbir sıkıntı yaratacağını düşünmüyorum. Fakat senaryoda kurgulanan Lois Lane hiç olmamış diyebiliriz.


 İşte tam da bu noktada Kevin Spacey filmin yıldızı olarak ön plana çıkıyor. Filmin gerçek yıldızıydı dememiz mümkün. Belki yanlış bir Superman seçimini kapatmış diyemeyiz ama filmin en doğru oyuncu seçimiydi diyebiliriz rahatlıkla. Ki filme baktığımızda önceki iki filmin aksine, karakteri daha soğukkanlı ve daha karanlığa çekilmiş olarak görüyoruz. Evet, bu önceki iki film (ve son film) ile karşılaştırdığımızda en karanlık Lex Luthor bu filmdeydi. Ayrıca en ele gelir cümlelerin sahibi de yine kendisiydi; ‘’Roma İmparatorluğu Dünya’ya hükmetti çünkü yollar inşa etti. Britanya İmparatorluğu Dünya’ya hükmetti çünkü gemiler inşa etti. Amerika da atom bombasını vs…’’


 Tabii yapım Hollywood yapımı olduğunda ufaktan bile olsa siyasi göndermeyle mutlaka karşılaşıyoruz. Final sahnelerinde Lex Luthor planını uygulamaya koyduğunda, fark edersiniz ki denizin ortasına bir silah yardımı ile fırlatıyor kristalleri. Silah da Rus yapımı, ki bunun üzerine basa basa duruyorlar. Silahı ilk aldıklarında Lex Luthor’un silahın Rus yapımı olduğunu belli etmesi ve tuşlara basılırken harflerin Kiril Alfabesi ile yazıldığının özenle gösterilmesiyle olsun… Tabii Hollywood yapımı söz konusu olunca klişeler de fazlasıyla oluyor, örneğin Superman’in her yere son dakikada yetişmesi veya son dakikalardaki uçak klişesi (hep düşer gibi olur ama düşmezler) gibi…


 Son dakikalara geldiğimizdeyse Metropolis halkının hastane bahçesi önünde Superman için beklediğini görüyoruz. Ölümden dönüp dönmeyeceği de hala muallaktayken Perry White’ın önünde iki başlık duruyor; ‘’Superman Lives’’ ve ‘’Superman is Dead’’… Bu da tabii ki meşhur ‘’Death of Superman’ hikayesine bir gönderme. Yine biraz daha sonlara geldiğimizde Superman ve Lois’in oğlu olan Jason’un üzerindeki pijamasında dikkatle bakınca ‘’Aquaman’’ göze çarpıyor. Ve en sonundaysa beklenen oluyor, Superman oğlunu uyurken ziyarete geliyor. Ona Jor-el’in cümlelerini fısıldarken elbette tüyler diken diken oluyor.


 Peki film neden sevilmedi? En büyük etkeni Superman/Clark Kent’i oynayacak olan oyuncunun yanlış seçimiydi. Superman karakterine tam ısınamadığınız bir Superman filmi doğal olarak çok da sevilmez. Ayrıca filmimiz devam filmi olmasına rağmen, senaryo daha çok B. Singer’in yeni bir başlangıcıymış tadı veriyordu. Clark, Smallville’ye tekrar düşüyor ve neredeyse her şeye baştan başlıyor gibiydik. Ki zaten senaryo ilk ve ikinci filmin neredeyse birebir aynısıydı. İşte bu yüzden devam filmi olan Superman Returns’te kahramanımızı görmek için uzun süre beklememiz ve bu bekleyişe değecek bir mücadele göremeyişimizin de film hakkında kötü yorumlara sebep olduğunu düşünüyorum. Tabii gökten düşercesine gelen Jason’un en büyük etkenlerden birisi olduğu da bir gerçek. Fakat filmi –her ne kadar zamanında böyle planlanılmamışsa da- üçlemenin son filmi olarak düşündüğümüzde Superman’in bir çocuğu olması fikri göze pek batmıyor. Ayrıca sanatsal açıdan çekilmiş sahnelerin bolluğuyla da (Metropolis manzaraları, renk ve ışık tercihleri bence harikaydı) film bize ayrı bir keyif yaşatıyor. Göndermeler ise bizi hiç beklemediğimiz yerlerden vuruyor. Bu yüzden film vasat değil ama mükemmel de değil diyerek düşüncemi belirtmek istiyorum. Üçlemenin son filmi olarak orta karar ama asla berbat değil…


 Böylelikle incelememizi sonlandırırken bir devri de kapatıyoruz aslında. Şu zamana kadar ne yazıp çizdiysek hemen hemen hepsi değişiyor artık. Kostüm, atmosfer, tanıdık gelen tınılar… Biz büyüsek de yerinde kalır dediğimiz şeyler de artık bizimle birlikte büyüyor. Sadece filmlerde değil, çizgiroman sayfalarında bile değişiyor her şey. Zamana karşı hiçbir şeyin direnemeyeceğini savunanlar haklı çıkıyor. İşte belki de bugün bu yüzden bu köşe var, eskileri hatırlayabilmek için. Kendi gününün hırçınlığından kurtulmuş yorumlardan uzak, eskileri tekrardan gözler önüne getirebilmek için. Belki filmi beğendiniz veya belki de  beğenmediniz, orası elbette size kalmış. Ama bir akşam vakti film izlemek istediğinizde Superman Returns filmine bir şans daha vermenizi istememin tek sebebi var; bu filmle beraber oğul son kez baba, baba da oğlu oldu…

Yorum Gönder

[disqus]

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Blogger tarafından desteklenmektedir.
Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget