Haftanın Çizgi Romanları: 6 Temmuz 2016


[info title="Başlamadan Önce Okumanızı Öneririz!" icon="exclamation-triangle"]6 Temmuz-13 Temmuz arası seçtiğimiz çizgi romanların kısa incelemeleridir.

İlk kısımda çizgi romanı okumayanlar için sürpriz bozan bilgi yoktur, kırmızı kutucuklu kısımlar ise "Spoiler Bölgesi"dir. Sayıyı okumaya niyetliyseniz uzak durmanızı öneririz.

Takibe almamızı istediğiniz çizgi roman varsa, yoruma bırakın!
[/info]

Justice League Rebirth #1


Geçtiğimiz ay sürüsüne bereket şekilde Rebirth dergisiyle karşılaşmıştık ve kesinlikle Haziran ayında çizgi roman endüstrisini domine eden şeylerden birisiydi DC'nin Rebirth atağı. Her ne kadar önemli karakterlerin hemen hemen hepsi kendi Rebirth sayısını çıkarıp ana serilerine başladılar bile. Ancak DC'nin amiral gemisi olması gereken Justice League dergisi, Temmuz'a kaldı. Serinin yazarı Bryan Hitch, çizeriyse Tony Daniel olacak. Her ne kadar bazen çizimlerinden nefret etsem de genel olarak Daniel'in çizgilerini sevmekteyim. Bu yüzden bu noktada bir isyanım olmayacak. Öte yandan Bryan Hitch'in de oldukça güzel bir iş çıkaracağını düşünüyorum. Kendisi zamanında Marvel'ın Ultimate evreninin Avengers'ı, Ultimates'i başlatan adamdı ve açıkçası çok da sevdiğim bir seri yazmıştı. Her ne kadar kendisinin en son DC'de yazdığı Justice League of America dergisini okumasam da DC'nin, serinin hikayesinin bitmesine 3 sayı kala seriyi komple iptal edip hazırdaki üç sayıyı da çöpe atmasına kınayarak yaklaşıyorum. Yeni Justice League serimize gelecek olursak, bildiğiniz gibi Hal Jordan, yeşil fenerleri aramaya gittiğinde Dünya'nın korumasını iki acemi fenere, Simon Baz ve Jessica Cruz'a bırakmıştı. Eğitim alabilsinler diye de bu ikiliyi, Justice League'e emanet etmişti. Rebirth sayısında ise genel olarak DC evreninin şu anki durumuna bir göz atıyoruz. Karşımızda ilk Justice League düşmanı Starro'ya benzer bir kötü canavar var. New52 Superman öldüğü için birlikte bir Superman yok, Hal Jordan ekibi terk ettiği için Green Lantern da yok. Birliğin geriye kalanlarıysa durum karşısında oldukça çaresiz bir durumda. Genel olarak ortalama bir başlangıç sayısı olmuş oldu. Ancak ortalık daha da alevlenecektir.


[error title="Spoiler Bölgesi" icon="exclamation-circle"] Olaylar daha çok Superman ve yeni iki Lantern'ın, birliğe dahil olmaları ekseninde ilerliyor. Superman, bu birliğin kendi birliği olmadığını söyleyerek aralarında yeri olmadığını düşünürken, eşi Lois onu tam tersi yönde ikna ediyor. Superman'e "bu dünyanın hala bir Superman'e ihtiyacı var, Superman olmazsa Justice League'in ne anlamı kalır ki" diyerek gaz veriyor. Supes da pelerinini giyip olaya müdahil oluyor. Bu sırada yaratıkla savaşan birlik oldukça zor durumda. Aquaman, yaratığın zihninden geçenleri duyabiliyor ve bu da büyük acı veriyor. Sonunda Simon Baz ve Jessica Cruz da olaya dahil olup yaratığı yendiklerinde, bunun son olmadığını, yakında daha tehlikeli bir şekilde geri döneceğini öğreniyorlar. Sayıyı da bütün birlik yeniden toplanmış bir haldeyken bitiriyoruz.


Yukarıda da dediğim gibi, genel olarak ortalama, çerezlik bir sayıydı. Eğer iyi bir yönünü söyleyecek olursak, ihtiyar Clark'ın, birliğe katılıp katılmama konusunda düştüğü ikilemi örnek gösterebiliriz. Ancak benim burada bir sıkıntım var şimdi. Bakıyoruz, Justice League her zaman Batman-Superman-Wonder Woman-Aquaman-Flash-Green Lantern 6lısı etrafında şekilleniyor. Statüko hiç bozulmuyor. Şimdi bakıyoruz, Superman zaten ölmüş, Hal Jordan zaten ortalıkta yok, neden sanki diğer karakterler yedek parçaymış gibi görüyoruz biz bu sayıyı? Elimizde Superman'siz, Green Lantern'sız bir Justice League denemesini görme fırsatımız var, neden bunu bu kadar kolay bir şekilde geri çeviriyoruz? "Superman öldü mü? O zaman çok daha güçlüsü ve nostaljiği var!", "Green Lantern artık yok mu? O zaman Hal yerine 2 tane birden koyalım". Anlatabiliyor muyum bilmiyorum ama nedense ilginç bir Justice League denemesini görme fırsatımızın elimizden alınmasına biraz içerledim. Bunun yanı sıra sonunda Superman'in ölümünden beri adam akıllı bir yas tutulduğunu gördük. Herkesin üzgün olduğunu sonunda görebildik. Wonder Woman kendi serisinde bile bu sayıdaki tek kare kadar üzülmedi. Her hafta Final Days of Superman'i incelerken bangır bangır söylediğim şeylerden birisi, Superman'in ölümünün korkunç derecede önemsiz bir şeymiş gibi gösterilmesiydi. En azından Hitch bunu unutmamış. Sayı fena değil, ancak beklediğim kadar bomba da değil. Amiral gemisinde neler olup bittiğini merak edenler takibe alabilir. Benim okuma listemde şimdilik yerini korumaya devam edecek.
[/error]

7.0
İYİ

Batman #2


İlk duyurulduğu andan itibaren DC'den para almışçasına övüp durduğum Tom King'li, David Finch'li Batman dergisinin bu haftaki övgü bölümüne hoş geldiniz. Geçtiğimiz sayıda olanları kısaca bir hatırlayacak olursak, Batman Gotham'ın üzerine düşmek üzere olan bir uçağı durdurmaya çalışıyor, ancak yapabildiği tek şey, içeridekileri de koruyabilecek bir şekilde uçağı denize çaktırmak oluyordu. Tam bu şekilde Alfred'e son vedasını ederken uçak birden havalanıyordu ve ardından Supermanvari güçlere sahip iki kişi, biri erkek biri kadın, çıkıyordu. Kendilerine Gotham ve Gotham Girl diyen bu ikili, Gotham'ın zarar görmemesi için ellerinden geleni yapacaklarını söyleyerek sayıyı bitiriyorlardı. Bu sayıda ise kaldığımız yerden değil, biraz daha ileriki bir tarihten başlıyoruz. Çok ilerlemeden Gotham ve Gotham Girl ikilisinin, birlikte Gotham şehrini korumak için ellerinden geleni yaptıklarını görüyoruz. Sayının genel havası, Batman ve bu ikilinin birbirleriyle olan ilişkilerinin başlangıçlarına odaklanmış. İkisi de neredeyse Superman kadar güçlü ve her şeyi yapabilecek kuvvetteler. Eh, bu da Batman'i düşündürüp harekete geçirecek kadar önemli bir sebep. Her ne kadar ilk sayı kadar epik bir şekilde devam etmesek de Batman dergisi, bekleneni vermeyi başarıyor ve ilk sayısında yarattığı enfes havayı sürdürmeye devam ediyor.


[error title="Spoiler Bölgesi" icon="exclamation-circle"] Sayı, Gotham ve Gotham Girl ikilisinin, Solomon Grundy'nin peşine düşmeleriyle başlıyor. Grundy, git gide kuvvetlenirken, önündeki her şeyi yıkıp geçiyor ve ikili büyük ölçüde çaresiz kalıyor. Tam bu esnada Batman ortaya çıkarak Grundy'i yakalayarak Gotham'a, "birkaç saniye daha elinden kaçırsaydın şurada oturan adamın ölümüne sebep olacaktın" diyerek uyarısını veriyor. Gotham, Batman'in düşmanı olmadıklarını, ondan bir şeyler öğrenmek istediklerini söylese de Batman yoluna devam edip ortadan kayboluyor. Grundy, hastaneye sevk edilirken, bir adam Jim Gordon'un ofisine gelerek Grundy'i taşıyan aracı bombalayarak yaratığı serbest bıraktığını ve "Monster Men"in geldiğini söyleyerek kendisini Gordon'un gözleri önünde öldürüyor. Batman bu davaya Gotham/Gotham Girl ikilisini de dahil etmeye karar veriyor. Ve sayının sonunda hem bu adamın ölümüne hem de ilk sayıda uçak kaçırıp kendilerini öldüren adamların ölümlerine sebep olan kişinin, Hugo Strange olduğunu, Amanda Waller'ın emriyle, mahkumların zihinlerini istediği şekilde yönlendirmeye başladığını öğreniyoruz ve 2. sayıyı bitiriyoruz.


Hikayeye büyük kötülerle değil de Solomon Grundy gibi düşük seviyeli bir düşmanla başlamamız güzel. En azından yeni kahramanların kendilerini sınamaları için güzel bir fırsat olmuş oldu. İkisinin de Batman'e hayran olduklarını görmek de güzel. Batman, klasik ortadan kaybolma numarasını yaptığında "ama bu imkansız" demelerine karşın Gordon'un, "imkansız değil, o Batman" demesi hoş bir detay oldu. Alfred'in kinayeli konuşmalarını Tom King çok iyi kotarıyor. Okuduğumuz zaman ta Batman The Animated Series'in Alfred'inden aldığımız tadı alıyoruz. Ve tabii ki baş kötümüzün Hugo Strange olduğunu öğrenmek de ilginç bir ters köşe olduğu. Bilmeyenler için, Monster Men, Batman'in ilk maceralarından birisidir ve 2007-2008 civarı Matt Wagner tarafından çok güzel bir şekilde Batman and the Monster Men ismiyle yeniden uyarlanmıştı. Baş kötümüz Hugo Strange'di ve genetiği değiştirilip deve çevrilmiş adamlarına Monster Men diyordu. Bu yüzden Tom King'in, böyle bir selam çakarak Batman macerasına başlamış olması içimdeki nostalji aşığı manyağı mutluluktan havaya uçurdu. Önümüzdeki sayıda Batman'in dedektiflik yeteneklerini daha çok görecek gibiyiz. Gotham/Gotham Girl ikilisinin de git gide Batman'den soğuyacaklarını düşünmekteyim. Her halükarda, heyecanla bekliyorum 3. sayıyı!
[/error]

8.5
HARİKA

Aquaman #2


Aquaman, Rebirth sayısında pek de hayran olmayacağım bir şekilde başlangıç yapmıştı ancak 1. sayısıyla en azından şans verilmeyi hak eden bir çizgi roman olduğunu da göstermişti. Önceki sayılarda hatırladığımız gibi, Arthur, Atlantis ile yeryüzü dünyası arasındaki husumeti bitirip bir uzlaşı noktası aramaya çalışıyordu ve bunu da yeryüzü dünyasında kuracağı bir elçilikle başarmayı umuyordu. Baş elçisi de eşi Mera olacaktı. Ancak tüm bunlardan haberdar olan birisi daha vardı: Black Manta. Aquaman'in can düşmanı Manta, hala babasının intikamını almak istiyordu ve bunu da Aquaman'i mahvederek başarmayı planlıyordu. Geçtiğimiz sayıda elçiliğin içine bir gazeteci kimliğiyle sızarak kendisini göz önünden kaybettikten sonra önce elçiliği bombalayarak sabote etmiş daha sonra da hiç vakit kaybetmeden Aquaman ve Mera ikilisine saldırmıştı. Sayıyı da Aquaman ile Black Manta arasındaki dövüş şiddetlenirken tamamlamıştık. Bu sayıya da o dövüşü takip ederek başlıyoruz. Hala elçilikteyiz ve Aquaman ile Black Manta birbirlerinin boğazlarına yapışmış durumdalar. Black Manta'nın, babasının intikamını alana kadar durmayacağını öğrendik. Dan Abnett, Aquaman ve Black Manta arasındaki  ilişkiye bu sefer gerçekten de eğilirken, Scot Eaton'un çizdiği uzun aksiyon sahneleri, sayıyı gerçekten üst seviyelere taşıyor. Her ne kadar bazı elementler eksik olsa da, Aquaman #2, önceki iki sayısından daha iyi bir sunum veriyor bize.


[error title="Spoiler Bölgesi" icon="exclamation-circle"] Sayı tamamen Black Manta ve Aquaman'in düşmanlıkları üzerine kurulu. İkisinin kavgaları sırasında Aquaman sonunda "eeh, eytera be" diyerek Manta'yı bir güzel pataklıyor ve öldürme noktasına geliyor. Manta, "beni öldürürsen, sana hiçbir şey katmaz, durumları daha da kötüleştirirsin, babamı öldürünce sorumluluğu, bir şeylerin sonuçları olabileceğini öğrendin, Aquaman'e öyle döndün, ama aynısı beni öldürürsen olmayacak" diyor. Arthur da mızrağını Manta'ya verip, "iyi sen öldür, ama senin hayatında benden intikam almak dışında hiçbir şey yok, beni öldürdüğün zaman eline bir şey geçmeyecek, hayatının bir anlamı kalmayacak, biz sonsuza kadar bir çember çizip duracağız" diyor ve bu sözlerden etkilenen Manta pes edip teslim oluyor. Tam transferi yapılırken içinde bulunduğu araç patlatılıyor ve karşısına gelen üç kişi, Manta'yı götüreceklerini söylüyor. Sayı da böylece bitiyor.


Dediğim gibi, bu sayı öncekilerden daha iyiydi. Bunun en önemli sebebi Black Manta ile Aquaman arasındaki ilişkiye şöyle adam akıllı bir mantıkla bakabilmemiz. İlk sayıda Manta sadece "babamı öldürdün, ben de seni öldürmeden rahat etmeyeceğim" diye dolanıp duruyordu ama bu sayıda Arthur'u öldürse de rahat edemeyeceğini, içini asla ferahlatamayacağını ve gerçekten de Aquaman'in silah, güç kullanmadan bir kötüyü, hatta baş kötüsünü yendiğini gördük. Süper kahraman çizgi romanlarında çok nadir görülen bir şey bu. Genelde sadece güç gösterisi ve bir iki beylik laftan sonra biten kavgalar gördüğümüzü düşünürsek, Aquaman'in dövüşmeyi bırakarak sadece konuşarak Manta'yı pes ettirmesi oldukça güzel bir şeydi. Öte yandan Aquaman'in dövüş sırasında bu kadar sağa sola sallayarak dövüşmesi biraz garibime gitti. Zaten yıkılmak üzere olan bir binadasın, ne diye biraz daha dikkat etmezsin? Sayının sonuna doğru 8 kişinin öldüğünü öğrendik ama bunları sayı boyunca ima yoluyla bile görmedik. Nerede öldüler? Ölümlerine sebep olan şey neydi? Yani, Aquaman/Manta ilişkisi güzel giderken yeryüzü/Atlantis ilişkisine dair doğru düzgün bir şey görmedik. Şu an için hala bu konu biraz daha zorlamayla anlatılıyor gibi geliyor. Bunun dışında ortalamanın üstünde, güzel bir sayıydı.
[/error]

7.5
İYİ

Superman #2


Superman, geride bıraktığımız aylarda çok şey yaşadı. Öncelikle bir değişim yaşandı. New52 öncesinde "S" sembolünü taşıyan Superman yeniden ana evrene dahil olmuş, ana evrenin bilinen Superman'iyse hayatını kaybederek Dünya'yı eski Superman'e emanet etmişti. Clark, bu yeni görevin getirdiği sıkıntılarla Action Comics dergisinde uğraşırken Superman dergisi, New52 öncesi Kent ailesinin farklı bir noktasını ele alıyordu. Clark ve Lois, Convergence eventi sırasında bir erkek çocuğu sahibi olmuşlardı. Daha sonra ana evrene geldiklerinde de aileleri bozulmamış ve oğulları Jon hızla büyümüştü. İşte bu derginin odak noktası da Jon. Muhtemelen Eylül ayında çıkacak olan ve Damian Wayne ile Jon Kent'i başrolüne koyan Super Sons dergisi gelene kadar da baş karakterimiz Jon olacak. Geçtiğimiz sayıda babasına yardım etmek isteyen Jon, kedisini kaçıran vahşi bir kuşa karşı koyamamış ve ısı bakışıyla hem kediyi, hem de kuşu yakmıştı. Buna şahit olan tek kişiyse komşularının küçük kızıydı. Ailesine söylememişti ufaklık. Sayının sonunda ise yeni Superman, New52 döneminin Batman ve Wonder Woman'ı ile görüştükten sonra bir gece Jon'un odasına gelerek, "hadi hazırlan, gidiyoruz" demişti ve sayı bitmişti. Bu sayıda Clark ve Jon birlikte kuzey kutbuna gidiyorlar ve bir kurtarma görevine katılıyorlar. Önceki akşam da zaten Diana ile Bruce da bu mesele için gelmiş kapılarına. Sayının tamamı bir baba-oğul ilişkisi içinde, aile temasına odaklı bir şekilde geçiyor. Peter Tomasi çok muhteşem bir eser çıkarmasa da Patrick Gleason'un mükemmel çizgileri seriyi sıcacık yapan şeylerden birisi.


[error title="Spoiler Bölgesi" icon="exclamation-circle"] Kuzey kutbundaki denizaltıyı kurtarmaya geldiklerinde devasa bir yaratık çıkıyor ve Superman yaratığı engellemek isterken oğlunun da yardımını istiyor. Jon korkuyor, güçlerini kullanmıyor. Kriptonlu bir baba utanan oğlunu ışın kullanması için cesaretlendiriyor ve dünya bir dakikalığına güzelleşiyor. Jon'un kontrolsüz ısı bakışı Superman'i başta vursa da zamanla daha sabit hale geliyor. Sonunda yaratığın gözündeki cismi vurup yaratığı masum olduğu gerekçesiyle bırakıyorlar. Tabii burada, Superman'in daha önce oğlu ışınını kullandığı zaman durumdan haberdar olduğunu öğreniyoruz. Eve geldiklerinde de Jon, komşu küçük kız Kathy ile bir ağaç dalında otururlarken, dal kırılıyor, Jon bayılıyor. Superman oğlunu doktorlardan gizleyerek tedavi edebileceği tek yerin Yalnızlık Kalesi olduğunu düşünüyor. Bu sırada da kutuplarda vurdukları kristal aktif hale gelerek Kripton DNA'sının izini sürüp kaleyi bizimkilerden öcne buluyor ve orada bir Superman kimliğine bürünerek, "Seni de özgür bırakacağım, Kriptonlu" deyip sayıyı bitiriyor. Sayı boyunca da Patrick Gleason'un sıcacık görsellerini izliyoruz.




Doğrusu ben bu sayıyı çok sevdim. Action Comics'te zaten çok yoğun bir şekilde Superman kavgası, derdi tasası görüyoruz. Ancak çok uzun bir zamandır Superman'in biraz daha küçük çaplı, aile içi meselelerini, basit hikayelerinin sıcak bir dille anlatımını görmüyorduk. Tabii, New52 Superman'in bir ailesi yoktu ancak basit hikayeleri de yoktu. Çıkan bütün Superman dergileri aksiyon yüklü benzer şeylerdi. Bakın mesela New52'nun son dönemine doğru Batman ailesinin dergileri muhteşem bir şekilde çeşitlendi. Batwoman-Batgirl-Detective Comics-Batman ve daha nice Batman ailesi dergisi bir anda farklı tatlar sunmaya başladı, herkes de aradığı şeyleri bulabiliyordu. Bunun arkasındaki en büyük isim de son editör Mark Doyle'du. Kendisi "herkes için bir Batman dergisi" adını vermişti bu olaya. Şimdi Superman #2'yi okuyunca da bu hissi aldım. Action Comics, Superman'i aksiyonda merak edenler için, Superman ise evde merak edenler için. Her ne kadar Eddie Berganza'nın editörlüğünden Doyle kadar emin olmasam da (taciz olaylarını falan da düşünürsek), sanırım sonunda doğru düzgün bir dergi dağılımı görebileceğiz. Kısacası, Superman TAS seven insanlara bu seriyi takip etmelerini öneririm.
[/error]

8.0
HARİKA

Green Arrow #2


Kim ne derse desin, şu an için Green Arrow, yayınlanan çizgi romanlar içinde en sevdiğim çizgi romanlar arasında. Daha da ilginci, serinin başındaki ekip Rebirth öncesi de vardı ancak bu kadar sağlam hikayeler çıkarmıyorlardı. Aslına bakarsanız hikayenin kendisi o kadar da bomba değil ancak yaratılan atmosfer, karakterlerin birbirleriyle olan ilişkileri, ikili karakterlerin aralarındaki uyumlu kimyaları her açıdan seriyi doğrudan üst seviyeye çıkarıyor. Geçtiğimiz sayılarda, Oliver, Seattle'ın kimsesizlerini kaçırıp birbirlerine satan kötü kodamanlarının peşine düşmüştü ve ipuçları onu, kendi şirketinin başındaki adama kadar götürmüştü. Kimsesizlerin taşıma işinde Queen Industries konteynırlarının kullanıldığını öğrenince sorguya çektiği yöneticisi, "sen güzel kafanı bunlara takma abicim, kardeşin şirketi kıyak yönetiyor ya" gevşekliğiyle Ollie'yi savuşturmuştu. Nitekim öğrendik ki bu arkadaş bizzat bu işin başındaymış. Dahası Green Arrow'u da aradan çıkarmak için bir plan yapmış. Ollie evine girdiğinde önce gizemli bir figür tarafından oklanmış, daha sonra da başka bir figür tarafından sırtından bıçaklanmıştı. İşte o figürler Albert Einste...yok yok, o gizemli kişiler Shado ve kızı Emiko'dan başkası değildi. Ve böylece bu sayıda Oliver Queen'in hiçliğe doğru yol alışını, tutunacak dal aramasını izledik. Açıkçası sayıyla ilgili ne desem spoiler olacağı için aşağıya davet ediyorum merak edenleri. Fakat seri mükemmel bir şekilde ilerliyor. Bu haftanın en iyi DC serisi diyebilirim.


[error title="Spoiler Bölgesi" icon="exclamation-circle"] Emiko ve Shado, Oliver'ı denizin ortasında kanlar içinde suyun dibine bıraktıktan sonra yukarıdaki karede gördüğünü "Yanmışlar" isimli örgütlerine gittiler. Tüm bu süreç içinde Emiko sürekli tedirgin ve üzgündü. Shado da bunu, 9. halkanın bir parçası olmak için yaptıklarını söyledi. Öte yandan, Oliver'dan kurtulan Queen yöneticisi gözü çıkasıca adam ört bir yana "Oliver Queen'i kaybettik, geçmiş olsun, anısını yaşatacağız" diyerek Oliver'ın evini barkını yıktırttı, banka hesaplarını kapattı, bütün her şeyini ortadan kaldırdı. Bu işte bir bit yeniği olduğunu anlayan ve artık favori kadın karakterlerim arasına giren Black Canary dedektif edasıyla Ollie'nin izini, Emiko ile Shado'nun Ollie'yi denize attıkları gemiye kadar sürmeyi başarıp 9 Circle örgütünü ve yanıkları öğrendi. Bu sırada Oliver'ın maaşlı hackerı Fyff'in evinde Emiko'nun acil durum sinyali çalınca Fyff olay yerine gitti ve Olvier'ı mahvolmuş bir şekilde buldu. Meğersem Emiko Ollie'yi suya atarken Fyff'in onu bulması için cihazını bırakmış. Ollie 2 hafta içinde iyileştikten sonra hemen olayları öğrenmeye gitti ama bütün her şeyinin elinden alındığını görünce acil durumlar için sakladığı gizli sığınağına gidip Fyff'ten bir şirkete sızma istedi ancak Fyff "kanka ben de bir yere kadar beleş çalışırım, faturalarım var" deyince Oliver, Black Canary'nin kendisini aradığından habersiz. beş parasız, güçsüz, Emiko'suz, Shado'suz, Fyff'siz, yapayalnız bir şekilde Green Arrow'a bel bağladı. Ve çok uzak bir yerde, Abu Dhabi'de, John Diggle, Yanıklardan korumaya çalıştığı bir kodamanın ölümünü görünce işin peşine daha da asılmaya niyetlendi.


Arkadaşlar, WOW. OHA. YUH. Bu sayının neden 9.5 aldığını merak ediyorsanız, yukarıda anlattığım sayı hikayesini bir yeniden okuyun. Kabul, Oliver ilk defa beş parasız kalmıyor. Zamanında rakip şirketler Queen Industries'i ele geçirdiklerinde, Ollie'yi süründürdüklerinde de Ollie hep dibe yaklaştı ancak her zaman onu yüzeyde tutabilecek bir şeyler vardı. Kardeşi tarafından sırtından bıçaklanmamıştı (kelimenin tam anlamıyla). Uzun zamandır yanında olan Fyff bile artık yok ki Fyff zamanında Ollie'nin yüzleştiği nelere karşın gitmemişti. Oliver'ın şu an tam olarak hiç kimsesi yok, hiçbir gücü yok, gerçekten de Green Arrow'a ihtiyacı var. Sayıdaki hikayenin çok fazla katmanı vardı ve her birisi de dikkatlice işlenmişti. Yani, Black Canary'nin dedektifliği, Emiko/Shado ikilisinin gizli bir örgüte girme çabaları, Fyff'in artık parayla çalışıyor olması, Oliver'ın gizli bir sığınağının olması, John Diggle'ın Arap yarımadasında diktatör kollaması derken bu sayıda neredeyse 5 sayılık konu vardı yahu. Ve Benjamin Percy tüm bu konuları o kadar usta bir şekilde işlemiş ki hiçbiri sırıtmıyor, havada kalmıyor. Her ne kadar Tom King'in Batman'i ayrı bir yere koymaya çalışsam da Percy'nin Green Arrow'u şu anda benim gözümde DC Rebirth'ün en muhteşem dergisi.
[/error]

9.5
MUHTEŞEM

Moon Knight #4


Önceki haftalara nazaran, bu hafta biraz daha bol bir şekilde Marvel çizgi romanı var listemizde. İlk durağımız ise psikolojisi bozuk kahramanımız Marc Spector'un dergisi Moon Knight. Geçtiğimiz hafta, Marc sonunda akıl hastanesinden kaçmayı başarmıştı. Yolda bir arkadaşını, kendilerini kaçıran gemiciye feda etmek zorunda kalmış, hastanenin başındaki kadın ve hasta bakıcılarla kapışmış ve sonunda dışarı çıktığında gördüğü şeyse bütün New York'un değiştiği, şehrin ortasından koca bir piramitin yükseldiği, gökyüzündeyse Mısır mitolojisinin kötü adamı Seth'in askerlerinin uçtuğunu, kısacası şehrin tamamen Seth'in kontrolündeki bir Antik Mısır'a döndüğünü görmüştü birlikte kaçtığı arkadaşlarıyla. Seri şimdiye kadar çıkan 3 sayısıyla enfes bir başlangıç yapmış, hikayesini de kalitesinden ödün vermeden muhteşem bir şekilde sürdürmeyi başarmış, fantastik sahnelerle gerçeğin birbirinden ayrıldığı panellerdeki tasvirlerle bizi kendisine iyice hayran bırakmıştı. Böylece toplamda 5 sayı sürecek olan "Welcome to New Egypt" (Yeni Mısır'a Hoşgeldiniz) hikayesinin hemen hemen sonuna gelmiş olduk. Ancak işler daha da karışmaya devam ediyor. Sonunda sokaklara kendilerini atan Marc Spector ve arkadaşları, Jean-Paul, Gena ve yaralı Marlene, şehirde neler olduğunu anlamaya çalışıyorlar. Serinin başından beri devam eden hayal/gerçek çizgisi de birbirine geçmeye devam ediyor. Final sayısını merakla beklemekteyim.


[error title="Spoiler Bölgesi" icon="exclamation-circle"] Ekibin karşısına ilk başta bir polis çıkıyor. Marc, bunun polis değil, Seth'in askerlerinden birisi olduğunu fark edip adamı dövmeye başlıyor. Yaratıksa Jean-Paul'ü öldürüyor hayatını teslim ederken. Öte yandan Gena'nın eski restoranını görünce içeri giriyorlar geriye kalan üçü. Marc tuvalete gittiğinde yukarıdaki kareyle karşılaşıyor ve Khonshu tarafından "daha çok arkadaş kaybedeceksin" diye bir uyarı alıyor. Geri çıktığında ise Gena, restoranında kalacağını söylüyor ancak bu sırada Marlene'in birden iyileşip ayağa kalktığını görüyorlar. Dediğine göre hastaneden uzaklaşıp piramite yaklaştıkça kendini daha iyi hissediyormuş. Sonunda Marlene ve Marc piramite gidip her şeyin cevabını, akıl hastanesine nasıl düştüklerini öğrenmeye niyet ederek piramitin basamaklarına ulaşıyorlar. Derken Marc kafasına bir darbe yiyor. Başını kaldırdığındaysa Moon Knight kostümlü birisi, Marc'a "Ben Moon Knight'ım, deli herif" diyor ve sayıyı bitiriyor.


Önceki 3 sayıda olduğu gibi yine kafam oldukça karışarak okudum bu sayıyı. Bu kesinlikle kötü bir şey değil. Seri kendi içine o kadar iyi çekiyor ki kendinizi zorlamak istiyorsunuz gerçekle hayali ayırt edebilmek için. Marc'ın kafasını anlayabilmek çok zor. Diğer karakterler de bunun çilesini çekiyor. Seriye başladığımızda elimizde olan 5 karakterden geriye sadece ikisi kaldı. Geriye kalanlar da belki Marc'ın gördüklerini görüyorlar, belki de sadece görüyormuş gibi davranıyorlar. Lemire ve Smallwood bu kapıyı açık bırakıyor. İşin ilginci bunu bizim de okur olarak yapmamız gerekiyor. Tıpkı Marc'ın, onca inkara rağmen Khonshu'ya inanması gibi, bizim de Marc'ın dediklerine inanmamız gerekiyor. Her halükarda çok güzel bir sayı daha okuduk. Finalde, bu yeni gelen Moon Knight'ın da gerçek mi yoksa Seth'in bir başka oyunu mu olup olmadığını öğreneceğiz. Sonrasına da birçok olayın kalacağı kesin. Takip edelim, ettirelim.
[/error]

7.5
İYİ

Punisher #3


Punisher serisini, ilk çıktığından beri birlikte takip ediyoruz. Ve eğer bu yazı dizisinin takipçilerindenseniz, seriyi çok da sevmediğimi biliyorsunuzdur. Buna rağmen serinin ilk hikayesini bitirmesini bekledik. Şu an için daha ilk hikayenin ne zaman biteceğine dair bir bilgimiz yok ancak hikaye, bitmeye pek hazır değil. Geçtiğimiz iki sayıda Frank, eski bir askerlik arkadaşı Olaf'ın da yardımıyla bir uyuşturucu kartelinin bütün bilgilerini ele geçirmişti. Daha sonra da bu bilgileri kullanarak tek tek mafyaya bağlı herkesi, yozlaşmış polisler de dahil indirmeye başlamıştı. Bu esnada da narkotik olaydan haberdardı ve Frank'in üzerine gittiği mafyanın peşindeydi. İşe, Frank'in öldürdüğü insanlar da girince meseleye cinayet masası da karıştı. Yani anlayacağınız ortalık iyice karman çorman oldu. Frank'i durdurmak isteyen mafya Face isimli, yüz derisi soyan manyak bir arkadaşı Frank'in peşine taktı ancak Frank, yine çetenin alt seviyesindeki birkaç adamın peşine düşünce, mafya bundan haberdar olup adamlara haber uçurdu. Bu düşük seviyeli arkadaşlar da Frank'e bir karşılama hazırladılar: içlerinden birisinin küçük kızının bedenine bombalar bağlayıp Frank'e tuzak olarak kullanarak! Bu sayıya geçmeden önce şunu söyleyeyim, her ne kadar hikayesinin çok meraklısı olmasam da şu ana kadar çıkan 3 sayıya bakarak söyleyebilirim ki bu sayının kapaklarını kim hazırlıyorsa büyük bir alkışı hak ediyor. Sayının kendisine bakacak olursak, tıpkı öncekiler gibi, tamamen aksiyon dolu, hareketli bir sayıydı. Frank tek tek üst basamaklara doğru çıkmaya devam ediyor. Önümüzdeki sayının da oldukça kanlı olacağının garantisini verebilirim.


[error title="Spoiler Bölgesi" icon="exclamation-circle"] Frank, uyuşturucu labına vardığında labda kendisini bekleyen adamları görüp planını yapıyor ve tek tek hepsini avlıyor. Küçük kızın babası ve küçük kız kaldığında, adam, kızı vücuduna bomba bağlı halde dışarı salıyor, kendisi de içeride bekliyor. Bu sırada Frank önce bir sis bombası atıp ortalığı görünmez kıldıktan sonra evin içindeki babanın gırtlağına yapışıp Face'in nerede olduğunu soruyor. Adam doğru cevabı verdikten sonra "beni kızımın gözü önünde öldürmeyeceksin değil mi?" diye soruyor ve Frank de seride en sevdiğim sahnelerden birisini yaşatıyor "merak etme, kızın bir şey görmeyecek" diyerek. Dışarı çıkıp küçük kızı bombadan kurtararak yanına alıyor. Tam arabaya binip Face'in bulunduğu akıl hastanesine giderken, Face, hastanede güçlendirilmiş delilerden birkaç tanesini de yanına alıp Frank'e baskına geliyor ve sayıyı bu çatışmanın başlangıcında bitiriyoruz.


Sayıyı sevdim. Gerçekten. Önceki iki sayıdan daha iyi olduğunu düşünmekteyim çünkü bu sayıda karşılaştığımız kötüler, önceki sayılardaki gibi bir anda çıkıp ölen tiplerden değildi. En azından geçen sayıda da düşüncelerini, fikirlerini görmüştük ki bu sayıda öldüklerinde gerçekten de Frank'in yanında saf tutabildik. Ayrıca yukarıdaki Frank'in "merak etme, kızın görmeyecek" sahnesi gerçekten de sayının en sağlam yeri olsa gerek. 3 sayıdır Frank doğru düzgün ağzını bile açmıyordu. Olay yerine gidiyor, işini bitiriyor, acımasızca çekip gidiyordu. Bu sayıda Frank'i en çok konuşturan şey o küçük kızdı düşünebiliyor musunuz? Kendi çocuğunu da kaybetmiş olan Frank için bu bambaşka bir şey demek. Steve Dillon, Frank'in savaş sırasındaki acımasız yüz ifadesiyle, küçük kızla olan muhabbetinde ortaya çıkardığı şaşkın yüz ifadesi arasında çok güzel bir tezat yakalıyor çiziminde. Bu da Frank'i konuşurken gördüğümüzde gerçekten de güzel bir şeyin olduğunu düşünmemize sebep oluyor. Önümüzdeki sayıda sonunda Face'le karşılaşacağız. Muhtemelen Face'in adamları da tek atımlık kötüler olacak ama 3 sayı boyunca Face karakterine yatırım yapıldı. Meyvesini toplayalım artık.
[/error]

7.0
FENA DEĞİL

Totally Awesome Hulk #8


Haftanın son çizgi romanı ise Amadeus Cho'nun başrolünde yer aldığı güncel Hulk dergimiz, Totally Awesome Hulk. Zaten neşeli ve aydınlık bir dergi olduğunu, Bruce Banner'ın Hulk olduğu dönemlerden çok daha farklı bir konseptle hikayelere girdiğimizi önceki sayılarda da söylemiştim. Bu sayının önemli yanıysa, Marvel'ın şu anki büyük olayı Civil War II'nun yan sayılarından birisi. Geçtiğimiz sayıyla birlikte Civil War II'nun gölgesinde ilerleyen bir sayıdayız yine. 7. sayıda, neredeyse Cho'nun neler yaptığını hiç görmemiştik. Hatta sadece bir sahnede karşımıza çıkmıştı. Bunun yerine Bruce Banner, Hulk kimliğini kaybettikten sonra neler yapmış, artık içindeki öfkeli benliği olmayınca nasıl bir insana dönüşmüş bunu görmüştük. Tabii buna eğilmemizin en önemli sebebi, Civil War II'da, Captain Marvel, Hulk'un herkesi öldüreceği haberini aldıktan sonra Bruce Banner'ın kapısında bitmişti burnundan soluyarak. Herkesi öldüren Hulk ise büyük ihtimalle Bruce Banner'ın dönüştüğü Hulk'tu. Ancak şu an Amadeus Cho, Hulk kimliğini tamamen Banner'dan aldığı için bu olay nasıl olacak gerçekten merak etmekteydik. Bu yüzden Totally Awesome Hulk, aynı zamanda Marvel evreninin şu anki durumu için de önemli bir dergi. Ancak bu sayıda da Civil War II ile alakalı çok fazla materyal göremedik ki bu bir sıkıntı değil. Dergilerin ana hikayelerini bir kenara bırakıp evente dahil olmalarını sevmiyorum. Bu sayıda Bruce Banner ve Amadeus Cho'nun, bütün Hulk ailesiyle beraber bütün bu Hulk meselesinin üstesinden gelmelerini izledik. Duygusal bir sayıydı, okunmaya değer bir bölümdü. Dahası, bağımsız okunabilecek kadar güzeldi de.


[error title="Spoiler Bölgesi" icon="exclamation-circle"] Geçtiğimiz sayılarda Amadeus birkaç sefer Hulk'a dönüştüğünde yaşadıklarını hatırlamamaya başladı. Bunun sebebini öğrenebilmek için de Bruce Banner'ı arıyormuş. Sonunda Bruce'u bulduğunda, Bruce'un kıvranmış bir şekilde uzandığını, hasta olduğunu görüyor. Bruce, Hulk olduğu dönem ne zaman bir hastalık yakalayacak olsa, Hulk'un yenileme gücü sayesinde hasta olamıyormuş. Bu bilgiye göre Hulk'u bedeninden tamamen attığından emin olmak için de kendisine hastalık bulaştırmış ve başarmış da! Amadeus, Banner'ı alıp evlerine götürüyor ve ona güzel bir çorba yapıyor. Bu sırada da Banner'ın kuzeni Jenny ve eski kankası Rick Jones'u çağırıyorlar. Bruce'la bir müddet ilgilendikten sonra Cho, diğer ikisiyle sorununu konuşuyor. Ancak onlardan bir çözüm gelmeyince sonunda Bruce'a gidiyor (Banner Minecraft oynuyor o.O). Sonunda birlikte konuşuyorlar ve Bruce, "sen benim gibi bir canavar değilsin, Amadeus, bir şeyler hatırlamadığın zaman kötü şeyler olacak diye korkma, sen ben değilsin, artık rahatım sen varken" diye rahatlatıyor. Bruce'tan hastalık kapan Amadeus da yatağa düşüyor ve Bruce ona bakarken mutlu bir şekilde sayıyı sonlandırıyoruz.


Seri her zamanki tadında devam ediyor. Amadeus Cho gerçekten Hulk için çok güzel bir tercih oldu açıkçası. Eğlenceli bir karakter ama aynı zamanda Bruce Banner'la ilişkisi o kadar güzel ki karşılıklı diyaloglarını okurken içiniz eriyiveriyor. Banner'ı iyileştirmek için bu kadar çabalaması, herkesten öte onun fikrini almak istemesi, Cho'yu tecrübesiz, yaramaz ama büyüklerine hayran bir çocuk gibi yapıyor. İşin güzel yanıysa, Cho da çok güzel oturuyor bu karaktere. Önümüzdeki sayıda artık Civil War mevzusuna gireceğiz sanırım. Şimdi bu sayıda da gördüğümüz kadarıyla eğer birileri Bruce Banner'ı kontrol etmek, ele geçirmek istiyorsa, Amadeus Cho'nun cesedini çiğnemeden kimse geçemez. İşte belki de bu şekilde Civil War II #2'deki "Hulk'un herkesi öldüreceği" kehaneti gerçekleşebilir. Captain Marvel, Banner'ı almaya o kadar istekli olur ki Cho'yu ezip geçmekten çekinmez ve Cho da sonunda çıldırıp bütün kontrolü Hulk'a verebilir. Ne diyelim, önümüzdeki sayıyı büyük bir heyecanla bekliyoruz artık!
[/error]

7.5
İYİ

NOT: Bu hafta ev taşımak, yeni yere yerleşmek, yeni işe başlamak gibi şeylerle uğraştığım için incelememiz biraz geç geldi, affınıza sığınıyorum artık. ^^

Yorum Gönder

[disqus]

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Blogger tarafından desteklenmektedir.
Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget