[info title="Başlamadan Önce Okumanızı Öneririz!" icon="exclamation-triangle"]20 Temmuz-27 Temmuz arası seçtiğimiz çizgi romanların kısa incelemeleridir. Bu haftaki çizgi romanlar iki parça halinde sunulacaktır.
İlk kısımda çizgi romanı okumayanlar için sürpriz bozan bilgi yoktur, kırmızı kutucuklu kısımlar ise "Spoiler Bölgesi"dir. Sayıyı okumaya niyetliyseniz uzak durmanızı öneririz.
Takibe almamızı istediğiniz çizgi roman varsa, yoruma bırakın!
[/info]
Batman #3
Geçtiğimiz haftalarda Tom King'i ne kadar sevdiğimi ve başarılı bulduğumu her sayının incelmesinde söylemiştim. Yeniden tekrarlamaya gerek yok. Kısaca geçtiğimiz sayılarda neler olduğundan bahsedelim. Batman, bir uçak sabotajından sonra ortama gelip insanları kurtarmak üzereyken kendi hayatını feda edecekti ki Supermanvari güçlere sahip iki kişi gelerek hem uçağı hem de Batman'i kurtarmışlardı. Daha sonra bu iki kişinin, Gotham ve Gotham Girl isminde bir ikili olduğunu öğrenmiştik. 2. sayıda ise ikili, Batman gibi, şehre yardım etmek, Gotham'ı kurtarmak istiyorlardı ancak bunu nasıl yapacaklarını bilmedikleri için, Batman'in yardımını istiyorlardı. Batman'se ikiliye çok fazla güvenmiyordu. Hatta Solomon Grundy ile karşılaşmalarında yaptıkları şeylerden, oldukça amatör olduklarını çıkarmıştı. Tüm bunların yanı sıra şehrin içinde gözü dönmüş adamlar dolanıyorlardı. Zombi gibi dolanan bu arkadaşları kimin şartlandırıp harekete geçirdiğini de 2. sayının sonunda öğrenmiştik: Doktor Hugo Strange! Ancak bu sayıda odak noktamız Hugo Strange değil, Gotham ve Gotham Girl'dü. Sayının neredeyse büyük bir kısmı bu ikilinin köken hikayesine ayrılmıştı. Neredeyse çocukluklarından, şu anki hallerini alana kadar izledik hayatlarını. Oldukça etkileyici bir sayıydı. Tom King, kaleminden bal damlatmaya devam ediyor!
[error title="Spoiler Bölgesi" icon="exclamation-circle"] Sayı, karanlık bir sokağa giren düzgün giyimli bir karı-koca, yanlarında da küçük oğullarını göstererek başlıyor. 3 kişilik aile, girdikleri sokakta bir gaspçı tarafından durduruluyor. Gaspçı anneye yönelirken baba araya giriyor, ama babayı bir kenara itip annenin inci kolyesine elini atıyor. Küçük oğlan ise şok içinde olanları izliyor. Gaspçı silahını kadına uzatıp parmağını tetiğe götürüyor. Ve bam! Gökten gelen bir yarasa adamı alaşağı ediyor. Adamı götürürken Batman, çocuğa korkmanın iyi bir şey olduğunu, bu sayede gelecekte onu yenebileceğini söylüyor. Daha sonra bu çocuk yanında kız kardeşiyle beraber Batman gibi olmaya, Gotham'a güzellikler getirmeye, Gotham olmaya çalışıyor. Sonunda zengin ailelerinin de yardımıyla şehre geldiklerinde koşturmaya başlıyorlar. Tüm bu hikayeleri ise aileleri, Matches Malone'a anlatırken öğreniyoruz! Bu sırada da şehirde olan bir patlamaya ulaştıklarında, içeride Hugo Strange ve onun emrindeki, duyguları kontrol edebilen Psycho-Pirate'la karşılaşıyorlar. Sayı da burada bitiyor.
Yukarıdaki fotoğraflara bir bakın. Soldaki kare Batman #3'te yayınlanan bir kare. Sağdaki ise Batman'in orijininin ilk defa anlatıldığı, Detective Comics #33'ten bir kare. Gönderme kesinlikle enfes. Üstelik durum bundan da ibaret değil. Gotham da tıpkı Batman'in yaşadıklarını yaşıyor ailesini kaybetmemesi dışında. Ki bu da belki de Gotham ve kız kardeşi Gotham Girl'ün Batman'e nazaran daha optimistik karakter olmalarına sebep oluyor. Gerçekten güzel bir dokunuş olduğunu düşünmekteyim. Ayrıca sayının başlangıcı tıpkı 1989'daki Batman filminin başlangıcı gibi. Orada da Wayne ailesi sandığımız kişiler öldürülmek üzereyken Batman gelip aileyi kurtarıyordu. Yine çok güzel bir dokunuş. Bruce'un sivil kostümü Matches Malone'un, aileden bilgi almak için kullanılması da bir başka güzel detaydı. Ve son olarak DC'nin ilginç kötülerinden Psycho Pirate'ın karşımıza çıkmış olması, gelecek sayılar için yepyeni kapılar açmış oldu. Tom King'in Batman'i, DC Rebirth içinde bir yıldız gibi parlamaya devam ediyor!
[/error]
Justice League #1
Justice League'in önceki sayısı Rebirth sayısıydı. Hikayenin kendisine giriş yapmaktan çok birliğin yeni halini tanımak ve evrenin son durumuna bir bakış atmak amacıyla yazılmış bir sayıydı. Son tahlilde, Justice League ekibimiz şunlardan oluşuyor: Batman, Pre52 Superman, Wonder Woman, Flash, Cyborg, Aquaman, Cyborg, Jessica Cruz ve Simon Baz. rebirth sayısında ekip, dünyaya gelen ve insanların zihinlerini kontrol altına alarak kendi istekleri doğrultusunda hareket ettiren, Starro'ya benzer bir düşmanla savaşmışlardı. Sonunda sayının kötüsünü yendikten sonra kendilerine geldiklerinde ise bu gelen varlığın son olmadığını, daha da kötülerinin geleceğini öngörmüşlerdi. Bu sayıda ise kelimenin tam anlamıyla daha kötüsünü görmüş oldular. Ancak her zamankinin aksine Jusitce League, bu sayıda kötücül varlıklara karşı değil, doğal felaketlere karşı savaşıp insanları kurtarmaya çalıştı. Genel olarak henüz tatmin edici bir sayı olmadığını söyleyebilirim. Bryan Hitch'in, daha çekici bir seri için biraz daha çabalaması gerek diye düşünüyorum.
[error title="Spoiler Bölgesi" icon="exclamation-circle"] Yukarıda d dediğim gibi, sayının içinde çok fazla bir şey olmuyor. Dünyanın bütün bölgelerinde, bütün fay hatları kırılıp binaları ve insanları yerlerinden ederken bütün JL üyeleri bir yandan insanları kurtarırken öte yandan yerel otoritelerle çarpıştılar. Savaşın ve kurtarmanın sonuna doğru, kurtardıkları insanlar kendilerini kaybettiler ve "o güçler bize ait, şimdi Kindred'in ortaya çıkma zamanı" diyerek kahramanlara saldırmaya başladılar. Onlar saldırırken süper güce sahip kahramanlar, Flash, Green Lantern'lar, güçlerini kaybedip oldukları yere yığılmaya başladılar ve sayıyı bitirdik.
Sayıyı neden o kadar sevmedim? Bunun en büyük sebebi felaketin çok büyük boyutta meydana gelmesi. Açıklayayım. Daha önce Throne of Atlantis macerasında Ocean Master'ın emriyle bütün dünya sular altında kalmıştı ve yüzlerce insan hayatını kaybetmişti. O dönemde diğer süper kahraman dergileri hemen hemen hiçbir şey olmadan kendi hikayelerine devam etmişlerdi sadece birkaç yerde referans vererek. Burada da aynı sorun var. Felaket gerçekten çok büyük seviyede ancak şu ana kadar çıkan hiçbir dergide ne bunun bir göndermesini okuduk ne de bahsinin geçtiğini bile gördük. Bu yüzden başlangıç hikayesi olarak bu kadar büyük bir meselenin kullanılmasına rağmen neredeyse sıfır etki bırakacak şekilde sayıyı tamamlaması, üstelik bütün sayı da bunun üzerine kuruluyken, beklentilerimi gerçekten de karşılamadı. Şu an için en azından ilk hikayenin bitimine kadar Hitch'e şans vermeye karar verdim.
[/error]
Aquaman #3
Aquaman, geçtiğimiz haftaki sayılarında da söylediğimiz gibi, ilginç ama güzel bir seri olma yolunda ilerlemeye devam ediyor. Geçtiğimiz sayılarda hatırlarsak eğer, Aquaman, bir elçilik açma niyetindeydi ancak yeryüzü ve deniz halkı arasındaki ilişkileri iyileştirmek için attığı bu adım, baş düşmanı Black Manta tarafından hunharca baltalanmıştı. Black Manta, hala babasının ölümünün intikamını almak istiyordu ve etrafı patlattıktan sonra Arthur ile bir mücadeleye başladı. Arthur da sonunda pes edip "iyi öldür o zaman, öldürünce eline ne geçecekse sanki" diye bir azar çekince Manta, öldürmekten vazgeçmiş ve ilk defa Aquaman'le olan husumetini sorgulamaya başlamıştı. Daha sonra Manta'yı hapishaneye doğru götüren araç saldırıya uğramış ve arabanın arka kapısını açan üç kişinin lidei, tek gözü kapalı bir kadın, "ortak çıkarlarımız olabilir, bizimle geliyorsun" diyerek Black Manta'yı yanlarına alıp gideceklerdi. Sayıyı da tam olarak bu noktada bırakmıştık. Öte yandan Aquaman, Black Manta ile savaşırken, elçiliğe gelen genç bir kadın subayın, karısı Mera'yı koruyup kolladığını görünce, bu yeni karakteri takdir etmişti. Ancak bu sayı, büyük ölçüde Atlantis ile ABD arasındaki politik meselelere yoğunlaşıyor. Patlayan ve göçen elçilikten sonra Arthur Curry, ilişkileri yeniden rayına oturtmak için bir deneme daha yapıyor. Seri ilginçliğini korumaya devam ediyor.
[error title="Spoiler Bölgesi" icon="exclamation-circle"] Arthur, virane olmuş elçiliğe girmeye çalışırken Amerikan askerleri tarafından durdurulup burasının artık ABD toprağı olduğu bilgisini alınca, soluğu Beyaz Saray'da alıyor ve başkanla görüşmek istiyor. Başkan yardımcısı ile ayarlanan görüşmesinde, hiçbir tehdit içermediğini, iki ülke arasında barış kurulması gerektiğini ve bunun için çabaladığını söylüyor. Bu sırada, Aquaman'in ilk sayıda uğraştığı isyankar Atlantisli terör örgütü Deluge, bir Amerikan gemisini batırınca yetkililer toplantıyı yarıda kesip Arthur'u kelepçeleyerek götürüyorlar. Bu esnada da Black Manta'yı kaçıranların N.E.M.O. isminde bir grup olduğunu ve baştaki kadının da adının Black Jack olduğunu öğreniyoruz. Manta başta dirense de ekibe katılma fikrine sıcak bakıyor.
Justice League sayısındaki "Throne of Atlantis oldu, unuttular gittiler" eleştirimi, bana bu sayı Aquaman adına yedirmiş oldu. Zira, başkan yardımcısı ve Arthur arasındaki görüşmede, ABD'nin ve diğer yeryüzü insanlarının, Atlantis'ten korkmasının en büyük sebebinin, Throne of Atlantis hikayesi sırasında her yerin suya gömülmüş olduğunu öğrendik. Geçmişi ve özellikle şu an tek tek silinmeye başlanan New52'nun güzel parçalarının ele alındığını görmek güzel. Arthur ve Mera arasındaki ilişkiye ayrı bir zaman ayrılması ve ikilinin romantik dönemlerini hatırlatmaları daha da güzel. Tek sevmediğim nokta, Black Manta'nın hala ortalıkta dolanıyor olması. Hala orijinal bir kötü karakter görmeye hevesliyim. Zaten Geoff Johns'un ilk macerası Trench'e bu yüzden bayılmadık mı? Seri, hızını arttırıyor ve takip edilmeyi hak ediyor.
[/error]
Batgirl and the Birds of Prey Rebirth #1
Rebirth sayıları çıkmaya devam ediyor ve şu ana kadar bir iki sayısı dışında bizi hiçbir zaman hayal kırıklığına uğratmadı DC, Rebirth hareketiyle. Daha önce Superman ve Batman için dediğim bir şey vardı. Artık editörler, çizgi romanları, herkesin kendi zevkine göre ayrım yaparak okuyabileceği çeşitlilikte basıyorlar diye. Batgirl'de de söz konusu olan bu. Eğer New52 dönemi Batgirl dergisini takip ediyorsanız, özellikle de son dönemlerini okumuşsanız Batgirl, Batgirl of Burnside macerası altında çok farklı bir tonda ilerlemeye başlamıştı. Daha çok bir Tumblr kızı gibi davranan Barbara da kendisine ciddi anlamda takipçi toplamıştı. Şimdi, Rebirth döneminde Batgirl dergisi o çizgisini bozmadan devam edecek. Öte yandan biraz daha karanlık ya da daha ciddi, eski Birds of Prey serisini özleyenler ise bu dergiyi takip edecek. Klasik ekibin yeniden toplandığı bu dergiye dair ilk ipucumuzu, geçtiğimiz hafta çıkan Nightwing Rebirth #1'de gördüğümüz, Huntress kostümlü Helena Bertinelli ile almıştık. Sayımızın kendisinde ise ekibin kısa bir tanışmasını izliyoruz. Hikaye de sadece üçü arasında geçiyor. Ancak daha önemli bir şey söylemek gerekirse, daha önce hatırlarsanız Killing Joke, Batgirl'ün geçmişinden çıkarılmıştı. Bu sayıyla gördük ki Killing Joke yeniden canon sayılıyor. Eh, ne diyeyim, siz kazandınız. Ama sayı oldukça güzeldi. Ana serisini de takibe almanızı öneririm.
[error title="Spoiler Bölgesi" icon="exclamation-circle"] Her şey, Batgirl'ün, Gotham Bankasını soymaya çalışan bir hırsız grubunu durdurmasıyla başlıyor. Hırsızlardan birisinin telefonunu açıp kimden emir aldığını görünce de şoka uğruyor zira emri gönderen kişinin adı "Oracle". Daha sonra Oracle'ın kim olduğunu bilmeyenler için kısa bir geçmiş hikayesi okuyoruz. Barbara, Batgirl oluyor, bir gün Joker tarafından vurulunca kötürüm kalıyor ve depresyona giriyor. Sonunda bilgisayarları kullanmaya başlıyor ve Black Canary'e bulduğu bilgileri göndererek, ilk ve tek Birds of Prey'i kurduktan sonra iyileşince ekip dağılıyor, Babs suçla savaşmaya, Dinah rock yıldızı olmaya gidiyor. İşte bu Oracle olayından sonra Babs, Dinah'ı tek seferlik de olsa Oracle'ı bulmaya ikna ediyor. Bu sırada Helena Bertinelli, elinde mafya babalarının isimleri varken tek tek ava çıkıyor. Sonunda Dinah/Barbara ile Helena, aynı adamın peşine düşüyorlar. Helena adamı öldürmek isterken diğerleri sorgulamak istiyor ve birbirlerine giriyorlar. Helena, diğerlerinin kimliğini bildiğini söylüyor. Son karede de gizemli bir adamın, bilgisayar başında herkesi takip ettiğini görüp sayıyı bitiriyoruz.
Sayı genel olarak fena değildi. Her ne kadar sayıyı okurken "işte bu be" diye bağırmasam da en azından orijinal Birds of Prey'in geri dönmüş olması sevindirici. Helena'nın acımasızlığı güzel olmuş çünkü Gail Simone'un döneminden de hatırlayacağımız gibi, Helena her zaman ekibin en acımasız ve tuhaf olanıydı. Öte yandan sayıda sevmediğim bir şey varsa o da Dinah. Eski serilerde Babs ve Dinah'nın arası gerçekten çok çok iyiydi. Kabul, bu sayı sadece tanıtım sayısıydı ancak geçmişteki ilişkilerinin, Simone döneminin çok büyük ölçüde yok sayılmasını pek sevmedim. Ve umarım bu Oracle ismini kullanan kişi Calculator çıkmaz. DC evreninde resmen Calculator dışında kötü hacker yokmuş gibi her zaman bu elemanın araya sıkıştırılmasını sevmiyorum. Yine de okunası ve asıl serisi takip edilesi bir hikaye okuduk. 3lü arasındaki ilişkinin de bir an önce eski haline dönmesini iple çekiyorum.
[/error]
Dept. H #4
Bağımsız çizgi romanları incelemeyi çok istiyorum. Ancak gelin görün ki ana akım çizgi romanlar her hafta o kadar çok fazla çıkıyor ki diğer yayınevlerine göz atamaz oldum artık. Bu yüzden şu an için güncelde takip edebildiğimiz tek bağımsız çizgi roman olan Dark Horse'un Dept. H'sini büyük bir keyifle takip ediyorum. (Not: Haftalık çizgi roman incelemesi yapmak isterseniz inceleme@cizgikafe.com adresine bir mail uçurabilirsiniz, kapımız her zaman açıktır :wink:) Toplam 6 sayı sürecek olan bu serinin, ilk yarısını tamamlamıştık. Geçtiğimiz sayılarda olanlardan kısaca bahsedecek olursak, Mia ismindeki bilim kadınımız, denizlerin millerce fersah dibinde bir araştırma tesisi olan Dept. H'ye, babasının ölümünü araştırmak için gitmişti. Babası cinayete kurban gitmişti ve katilin kim olduğu belli değildi. Denizler altında sabotajlardan ve kendisine düzenlenen suikastlerden kurtulmayı başaran Mia, artık halüsinasyonlar görmeye başlamıştı. Ayrıca geçtiğimiz sayılarda, denizin diplerinde kardeşini kaybettikten sonra geri dönmüştü. Bu sayıda da temel odak noktası, kardeşi Raj için bir kurtarma görevi düzenlemekti. Diğer sayılarda olduğu gibi, bu sayıda da Matt ve Sharlene Kindt'in görselleri gerçekten de denizler altındaki klostrofobi etkisini iliklerimizde hissettirdi. Seri hala harikulade bir şekilde devam ediyor. Eğer hiç başlamamışsanız, durmayın, okuyun!
[error title="Spoiler Bölgesi" icon="exclamation-circle"] Her ne kadar Mia, kardeşi Raj'ı kurtarmak istese de mürettebat bu işe gönüllü olmuyor. Sonunda içlerinden ihtiyar olanı, zamanında çocukların babasının, kendisini ölümden kurtardığını hatırlayarak "ne olursa olsun, aramalıyız" diyor ve 2 kişilik bir kurtarma ekibi gönderiyor Mia ile birlikte. Hep beraber, Raj'ın, denizaltındaki ilk jeneratörlerinin olduğu mağaraya gitmiş olabileceğini düşünüyorlar. Oraya doğru gittikçe kemikler görüyorlar. Mia bunların buraya nasıl geldiğini sorunca da ekipten birisi, "onları yiyen kimse kemiklerini buraya bırakıyor" diyor. Daha sonra mağaraya giriyorlar ve Raj'ın kaskını görüyorlar. İçeride aramaya başladıklarında "Beni öldürecek, o olmasın, zorluyor" gibisinden şeyler duymaya başlıyorlar. Sonunda sesin kaynağına gittiklerinde de ilginç bir manzarayla karşılaşıp sayıyı bitiriyoruz.
Seri, enfes bir şekilde devam ediyor. Mind MGMT'yi sevenler, bu seriyi de seveceklerdir. Çizimler ve renklendirme zaten enfes bir şekilde o denizlerin altındaki baskı ve yoğunluk hissini veriyor. Mia'nın babasının, arkadaşını kurtardığı sahnedeki kırmızı-gri tondaki anlatım başlı başına bir övgüyü hak ediyor. Hikayede ise gerilimli bir şekilde okumaya devam ediyoruz. Bu sayının sonlarına doğru Alien filminin tadını aldım desem yeridir. Karşımızda bilinmez bir canavar var, birilerini yiyip parçalayıp bitirmiş, korkutucu. Mia'nın son sahnede girdiği yerin de mağara değil, canavarın ağzı olduğunu düşünmeye başladım. Sıradaki sayıyı hevesle bekliyorum!
[/error]
Yorum Gönder