Daha önce tembelliğimizden inceleme fırsatı bulamadığımız Seyfettin Efendi ve Olağanüstü Maceralarını, ikinci kitabının çıkması şerefine bir didikleyelim ve yeni kitaba öyle geçelim istedik.
İncelemeye başlamadan önce değinilmesi gereken bir husus var. Seyfettin Efendi karakterinin serüvenleri ''Olağanüstü Maceralar'' ve ''Esrarengiz Hikayeler'' olarak iki ayrı kitaptan devam ediyor. Bu yüzden her iki eser de No:1 etiketi ile çıktı. Bunu bir nevi Avengers - New Avengers olarak düşünebilirsiniz. Karakterlerin başından geçen farklı maceralar iki farklı koldan okuyucuya aktarılıyor. Bana kalırsa bu bir avantaj, zira bu öykü zenginliği demek. Ancak bir yerde okuduğum kadarıyla Devrim Kunter her yıl bir Olağanüstü Maceralar bir de Esrarengiz Hikayeler çıkacağını söylemiş. Yani her yıl iki kitap... Eğer bu doğruysa gerçekten üzücü, çünkü Seyfettin Efendi daha fazlasını istettiren bir karakter.
Her zaman Türkiye'deki çizgi roman kültürünün ne kadar az geliştiğinden dem vursak da ben kendi çizgi roman kültürümüzün oluşmasının artık imkansız olduğunu düşünen bir insanım. Yani insandım... (Sakin, açıklayacağım) Tamam, Tolga'lar, Tarkan'lar, Karaoğlan'lar iyi güzeldi ama bizim için Gümüş Çağ sayılabilecek o dönemlerin artık çok geride kaldığını ve üzerine eklenecek şeylerin standartların üzerinde olabileceğine inanmazdım. Yani, eminim şunun herkes farkındadır: Türkiye'de mizah ve çizgi romanın aynı şey olduğuna dair çok geniş bir yanılgı var. Her neyse... Sağ olsunlar önce Çapa grubu Karabasan ile (ve fazlasıyla...) sonra da Devrim Kunter Seyfettin Efendi ile beni haksız çıkmaktan üzülmeyeceğim bir şekilde yanılttılar.
İngilizce'yi söktüğüm andan itibaren sürekli olarak okuduğum ilk karakter IronMan'di. Tony Stark'ın ''Büyü dediğimiz şey yalnızca henüz çözemediğimiz bir teknolojidir.'' mottosu beni benden almıştı. Çok sonraları okuya okuya öğrendim ki bu düşünce yapısı ''Pozitivizm'' adı verilen bir akımmış. Bana bilimi, Auguste Comte'u, C. Doyle'u, N. Tesla'yı, Tony Stark'ı sevdiren bu akım aynı şekilde Seyfettin Efendi'yi de sevdirdi. Çünkü zehir gibi keskin bir zekaya sahip olan Seyfettin Efendi ayakları yere sağlam basan ve mesleğini layığı ile yapan bir karakter. Bu eserle birlikte geçmişinden çok az şey bildiğimiz Seyfettin kesinlikle tam bir Cumhuriyet beyefendisi. Zannediyorum tek sıkıntısı da ekibinin en zeki adamı olmasıdır. Kendisi serim demeden düğümü çözebilen bir yapıya sahip!
Ah, evet; bir de ekibi var. Her ne kadar zamanın zorunlu bir getirisi olsa da, el mecbur tek bir kadın ve üç diğer adamdan oluşan bir ekibimiz.
Ekibin beyni olarak Seyfettin Efendi'yi gösterecek olursak... kas gücümüz kesinlikle eski bir pehlivan olan İsmail'dir. Kas ve dövüş becerilerinin de Seyfettin'e yüklenmemiş olması hoşuma gitti. Böylece karakter bir süper-kahraman gibi resmedilmektense daha bizden, daha bir insan olarak ele alınmış. Aksi taktirde, hem zeka hem kas olsa... Robert Downey Jr.'ın canlandırdığı Sherlock Holmes karakterinden ne farkı kalırdı? Ha dövüşemiyor dediysek, muhallebi çocuğu da demedik. Gerektiğinde düşmana kafa tutmasını da, dayak yemesini de, silah çekmesini de biliyor Seyfettin. İsmail ise kapılardan sığmaz cevval bir yiğit olarak karşımızda.
Ekibimizin kadın eli Münevver. Dişli ve ayaklarının üzerinde durmayı seven maharetli bir kadın. Giyiminin Steam-punk bir havası olması dışında bir sıkıntısı yok. Aslında şu görüntüsü ve dik başlılığı ile bana fazlasıyla Amelia Earheart'ı hatırlattı. Sevdiğim tarihi karakterlerden biridir. Ancak ekipteki ve kurban/şahit olarak kullanılan kadınlar dışında kitaptaki tek kadın olmasına rağmen öyküde yeterince yer bulabildiğinden emin değilim.
Böyle sert bir kadının başlarından geçen bir olayda daha fazla yer edinmesi gerektiği kanaatindeyim. Bir okuyucu ve bir kadın hakları savunucusu olarak kesinlikle bunun eksikliğini hissettim.
Her eve lazım bir doktor olan Tabip Aziz. Temkinli, titiz, detaycı. Hani '90'lardaki aksiyon filmlerinde fevri baş karakterin yanında sürekli onu dizginleyen, ona yetişemeyen ve ona akıl veren bir yan karakter olurdu ya... Hah! İşte Aziz tam olarak onu resmediyor. Yani evet, kendisi biraz sıkıcı ama bir o kadar da yararlı bir adam. İleride bu karakterle ilgili daha fazlasını göreceğimizden eminim.
Ve son adamımız, gerçek bir casus olan Esat. Seyfettin Efendi'den bile daha gizemli ve hatta karanlık bir yapısı olan Esat ekibin asi oğlanı. İyi geçinebildiği bir kimse olduğunu sanmıyorum. Sokakta ona rastlayan adamların onu tanır tanımaz üzerine saldırmaları kendisiyle ilgili daha fazla şey göreceğimizin kanıtı.
Ekibimiz bu karakterlerden oluşsa da elbette karakter sınırlaması bu kadar dar değil. Örneğin Seyfettin'e akıl hocalığı yapan Scognamillo renkli bir zenginlik katıyor. Renkli dediysem, gri tonlarında bir renk...
Her ülke kendi çizgi roman dünyasını yaratmak için kendi tarihinde en uygun zaman duraklarına sahiptir. Örneğin köklü bir tarihe ve kültür birikimine sahip olan Japonya kendisi için 12 yy.'ı seçebilir. Keza 16. yy Fransa'sı da öyledir. Amerika için bu İkinci Dünya Savaşı olmuştur. Bana sorarsanız bizim için de 1. Dünya Savaşıdır. En azından modern Türk çizgi romanı için. Yoksa ilk Türk devletleri de beslenmek için güzel ve yeterli bir kaynak olduğunu kanıtlamıştır.
Devrim Kunter bu konuda bilindik tarihi unsurları ve farklı kültleri harmanlayarak oldukça tatmin edici bir eser çıkarmış. Hatta beklemediğim için beni şaşırttığını bile söyleyebileceğim (SPOILER!) vampir kültü hiç sırıtmamakla birlikte hikayeye çok güzel oturtulmuş. Yine şimdilik sadece göstermelik olarak ortaya konan ve daha sonra ne işe yarayacaklarını uygulamalı olarak göreceğimizi umduğum kutsal emanetler merak uyandırıyor. Ya da Haşhaşi suikastçileri işi daha da gizemli bir havaya sokuyor. Zaten bunun gibi unsurların çok olması nedeniyle ben Olağanüstü Maceralar'ın geleceğini şu an daha çok merak ediyorum.
Gizli bir tarikat, manipüle edildiğinin farkında olmayan birinci kalite bir kötü adam, her biri kendine has becerilere sahip olan yetenekli kimselerden oluşan bir ekip, suç, gizem, karanlık bir şehir... Konu olarak daha ne kadar doyurucu olabilirdi, bilemiyorum.
Devrim Kunter'in çizimlerine ise söylenecek laf yok. Realistik çizgileri bana Adi Granov'un anatomisi ve doğal renkleri bol tekniğini hatırlattı diyebilirim. Özellikle mekan ve obje tasvirlerine bayıldım:
Bu arada, Seyfettin Efendi de bizim bildiğimiz zaman kavramının akışına karşı koyan o kahramanlardan olacak sanırım. Zira gitgide gençleşiyor gibi :)
Şahsen Seyfettin Efendi'nin hikayesini çok uzun soluklu olarak öngörüyorum. Yani en azından öyle olmasını temenni ediyorum. Bu şekilde düşünecek olursak bu ilk kitap sadece bir giriş macerası. Ve buna rağmen oldukça leziz. Her kitapta olmayan, okuduktan sonra geri dönüp ara sayfalara baktıran ve devamını istettiren bir beceriye sahip. Dönem eseri olmasına rağmen okuyucuyu sıkmamak adına hikaye dilinin eski kelimelerle boğulmamış olması sizi akıcı bir maceraya davet ediyor. Dilin bu kolaylığı sizi sıkmadığı için çizimlere daha çok odaklanmanızı tavsiye ederim. Dar ve geniş açıdan alınan kareler olsun, karakter ya da mekan tasvirleri olsun hepsi harika. İstanbul'a karanlığın bu kadar yakışacağını tahmin edemezdim.
Başta da dediğim gibi, artık yerli yapımı çizgi romanlardan çok bir beklentim yoktu. Ama az da olsa karşımıza çıkan böyle kaliteli eserler insanın yüreğine su serpiyor. Oralarda bir yerlerde daha fazla saklı yetenek olduğuna eminim. Onların hepsinin gün yüzüne çıkması ve bu kaliteyi yakalayabilmesi gerekiyor.
Devrim beye bu imzalı kitap için teşekkür ediyor...
Bir iade-i çizim ile bu nezaketine karşılık vermek istiyorum. :)
Bu arada, eseri satın almadan önce önden bir tadına bakmak isterseniz resmi sitesinde maceranın ilk kısmını indirebileceğiniz bir seçenek bulunuyor. Ana Sayfa'dan Galeri sekmesine atlarsanız aşağı kısımlarda görebilirsiniz.
Yorum Gönder