[info title="Başlamadan Önce Okumanızı Öneririz!" icon="exclamation-triangle"]13 Nisan-20 Nisan arası seçtiğimiz çizgi romanların kısa incelemeleridir.
İlk kısımda çizgi romanı okumayanlar için sürpriz bozan bilgi yoktur, kırmızı kutucuklu kısımlar ise "Spoiler Bölgesi"dir. Sayıyı okumaya niyetliyseniz uzak durmanızı öneririz.
Takibe almamızı istediğiniz çizgi roman varsa, yoruma bırakın!
[/info]
Batman and Superman #31
Şimdi, bu sayıyı okumanız için önceki Batman-Superman sayılarını okumanıza gerek yok ancak kesinlikle Superman #51'i okumalısınız, çünkü bu sayı, Superman'in New52 dönemi boyunca çıkan dergilerindeki son hikayesinin 2. sayısı. Geçtiğimiz süre boyunca Superman yapay bir zekayla savaştı, gölgelerle savaştı, Vandal Savage'la savaştı, ARGUS'un kriptonit havuzuna düştü, Apokolips'in çukurlarına maruz kaldı ve hepsinin sonucunda iyileşebilmek için kendisini Yalnızlık kalesinin içine attı. Şimdi, Superman tüm bunların ardından yepyeni bir döneme giriyor. Dönem için tabii ki de Spoiler Bölgesi kısmına yönlendireceğim. Ancak bu sayıdan kısaca bahsetmek gerekirse, hikaye, Batman ve Superman'in, Supergirl'ü arayışları üzerine. Superman dünyayı kurtarmaya çok ama çok hızlı bir şekilde devam ederken, Batman de dedektifliğini konuşturup Kara'nın peşine düşüyor. Asıl önemli şeyleri ise Spoiler kısmına sakladım. Benim bu sayı ve Peter Tomasi'nin, derginin başına geçtiğinden beri yaptığı şeylerle ilgili tek bir sıkıntım var. Batman'e sürekli bir espri tıkıştırmaya çalışması. Dick Grayson okuyormuşum gibi hissediyorum bazen. Yine de şu sahne epik değil mi?
[error title="Spoiler Bölgesi" icon="exclamation-circle"] Pekala, hikayemizin adı "The Final Days of Superman". Burayı okuyorsanız spoiler yemeye niyetlenmişsiniz demektir. Evet, Superman onca şeyin ardından ölüyor ve bu sayıda Batman'e veda edip yerini devredebilmek için Kara'yı arıyor. Her açıdan, dostlukları küçük küçük karelerle güzelce anlatılıyor. Ama işte en çok bayıldığım sahneyi Alfred kapıyor. Daha önce Superman'in ölümüne Alfred'in bakış açısını hiç görmemiştik. Sağ olsunlar gösterdiler:
Superman'in ölmesini ise Rebirth olayına bağlıyorum. Biliyorsunuz New52 öncesi Superman de artık Rebirth'le ana evrenin bölünmez bir parçası olacak. Söylentilere göre de New52 Superman'i, planların içinde yer almıyor. Bu yüzden de şu an için Clark'ı emekli etmeye niyetliler ki Batman, Superman'e "Damian'ı bile dirilttik, seni de kurtarırız" demesine rağmen Clark'ın "yapacak hiçbir şey yok aradım her şeyi" demesi yetiyor.
[/error]
Earth-2: Society #11
Hikayenin öncesinden kısaca bahsetmek gerekirse, Convergence serisi sonrasında yeni bir dünya kurulur ama gezegende sağ kalan insanların sayısı 3 milyondan bile azdır. Gizli bir bölgede Amazonlar ve Atlantisliler gizli bir ittifak kurarken, yeni dünyanın iki ülkesi Ark Home ve Erebus birbirleriyle savaşa girmek üzeredir. Green Lantern-ki kendisi artık neredeyse ilahi güçlere ulaştı-iki ülkeyi davet eder ama uzlaşmaya varılamaz. Justice Society içinde de Green Lantern'la anlaşamayanlar vardır tabii ki. Öte yandan Batman , Red Arrow ve Ted Grant, ortalığı karıştıran pis herif Nimbus'la uğraşıyor. Sayının artılarından birisi, Ted Grant ve Red Arrow gibi hiçbir özel gücü olmayan iki karakter, Nimbus'un sis formuna, süper kuvvetine karşı savaşırken görmemiz. Yine de kavgalarının sonucunu, 3. sınıf televizyon filmleri gibi "gücümüzü ortak hareket etmekten alıyoruz" moduna girmeselerdi ve üçlü arasındaki kavga daha uzun sürseydi kusursuz bir bölüm oluşturmuş olacaktı. Dünyanın diğer tarafında da Atlantisliler ve Amazonların anlaşmasının amacını, sözde eski dünyada Apokolips kuvvetleri tarafından öldürülmüş olması gereken binlerce amazonlunun nasıl oluyor da hala yaşıyor olduğunu öğreniyoruz, ki bana sorarsanız tam bir saçmalık. Ama seriyi takip ediyorsanız, ortalamanın üstünde, kendi tadında bir sayıydı. Takip etmiyorsanız da etmenizi isterim.
[error title="Spoiler Bölgesi" icon="exclamation-circle"] Sayının başında "Batman her şeye hazırlıklıdır" cümlesinin kanıtı gördük. İlk karşılaşmalarında Miroclo'yla Batman'i yenen Hourman'e karşı, 1 saatlik süper gücü saniyeler içinde harcatabilen bir anti-miroclo geliştirmiş. Her ne kadar kostümün altındaki Dick Grayson olsa da, özlediğimiz Batman bu.
Earth-2 evreninde zaten zamanında bir deli Superman gördük ama anlaşılan o ki 2.sini de göreceğiz. Green Lantern hayvani ölçülerde güçlenmeye başladı, insanlar artık onun gücünden korkuyor, kimileri Alan'a tanrı muamelesi yapmaya başladı bile. Wesley Dodds'un "birisi ona hayır dediğinde ne olacak?" sorusu her şeyi özetliyor zaten. Ama allah aşkına, James Robinson bu dergiyi bırakalı 4 sene oldu, o zamandan beri hala dünya kurma çabasındayız. Sürekli yeni karakter tanıtımından (Rick Tyler/Hourman gibi), dünyanın kahramanları kabullenmemesini görmekten bıktık. Bu sayının bireysel sorunu olmasa da serinin en can sıkıcı noktalarından birisi bu. Yine de mekanik Dick Grayson ve tanrısal Green Lantern için bile okunur bu seri. [/error]
Green Lantern Corps: Edge of Oblivion #4
Green Lantern Corps, daha önce ölmekte olan bir evrenin içinde mahsur kalmıştı ve kendileri gibi mahsur kalan başka bir ırkla karşılaşmışlardı. İhanetler, olaylar olaylar derken en son, kurtulabilmek için geriye 4 günlerinin kaldığını öğrenmişlerdi. Çoğu fener, bu ölen evrende bir açık kapı aramak umuduyla yola çıkmıştı. Bu sırada Kilowog ve Guy Gardner önderliğindeki bir grup gezegenin merkezine inerek, Marniel'i ve diğer aşırı görüşlüleri durdurmayı umuyorlardı ama yakalandı garipler. Bu sayıda Marniel'in kim olduğunu, bu ölen evrendeki son gezegenin ne nane olduğunu, ilk sayıda karşımıza çıkan kardeşler Ausras ve Dimas'ın kimler olduğunu ve Guy Gardner'ın çenesi kapalıyken, dergideki diyalogların ciddi anlamda azaldığını görüyoruz :D. Evrende kaçacak yer arayan fenerlerden bu sayıda hiç bahsedilmedi. John Stewart neredeyse 1 ya da 2 sahnede gözüktü. Finale 2 sayımız kaldı. Ancak her şeyi sıkıştıracaklarmış gibi hissetmekteyim çünkü ölü evrende daha önce kaybolmuş olan yeşil fener Iolande ve arkadaşlarının da bahsi geçmedi. Çenesi kapalı bir Guy Gardner, çevresine nasıl bir mutluluk saçar, onu da gösterelim:
[error title="Spoiler Bölgesi" icon="exclamation-circle"] Gelin görün ki ben Marniel'in kim olduğu sorusunun cevabını hiç ama hiç beğenmedim. Yahu bize ilk sayıdan beri bu kadının tam bir şerefsiz, tam bir pislik olduğunu gösterdiniz. Tamam, ikna olmamız için öyle görmemiz gerekiyordu ama bu karakter, kendi adamlarının yanında da çok pislik davranıyordu. Gerçi Dimas ve Ausras'ın tiplerini ilk gördüğümüz andan beri pek sağlam pabuç olmadıklarını düşünmüştüm. Şu tipe baksanıza:
Yani şimdi "Marniel aslında evrenin ölmeye başlayacağını anlayınca bütün sağ kalanları toplayıp onları yaşatmaya çalıştı, ama Ausras ve Dimas gelerek insanların zihnini boyadı, Marniel'ı kötü biri olarak gösterdiler, bu sayede yeni evrene geçip orayı yiyeceklerdi" açıklaması bana hadi oradan dedirtti. Dahası bunu desteklemek için 3 sayıdır melek gibi gördüğümüz Ausras ve Dimas'ın tam ne kadar kötü insanlar oldukları anlatılırken, vahşiçe küçük, masum hayvansı varlıkları yedikleri sahnelere ne demeli? Hazır eliniz değmişken Dimas'ın önüne bir kutu da yavru kedi koysaydınız, onları tekmeleseydi. Sonuç olarak 4. sayıyı bitirdik ama hala elimizde ortalama bir hikaye bulunmakta.[/error]
Moon Knight #1
Şunu belirtmem gerek ki daha önce hiç Moon Knight okumamıştım. Karakteri birçok kez duydum, Batman'e benzetildiğini işittim, en sonunda da Netflix'te dizisinin çıkması ihtimalini de görünce bu yeni seriye başlayayım dedim. Söylemek gerek ki Moon Knight okumaya başlayacak birisi için ideal bir başlama noktası oluşturmuşlar. Serinin yazarı, Green Arrow, Extraordinary X-Men ve Hawkeye'dan tanıdığımız Jeff Lemire. Dolayısıyla karakter emin ellerde. Eğer mitolojilerden ve özellikle bence en ilginci olan Antik Mısır mitolojisinden de hoşlanıyorsanız, bu seri tamamen sizin için. Hikayede, tıpkı kapaktaki bir düzenle karşılaşıyoruz. Marc Spector, akıl hastanesine kapatılmış birisi ancak Ay tanrısı Khonshu tarafından görevlendirildiğini düşünen ve çevresindekilerin, doktor ya da hemşire değil, kötü tanrı Seth'in uşakları olduğuna inanan birisi. İlk sayıda bir yandan One Flew Over the Cuckoo's Nest ve Shutter Island tadı almak mümkün. Serinin çizimleri de havayı çok güzel yansıtıyor, özellikle antik Mısır sahnelerinde kullanılan stil ziyadesiyle hoşuma gitti. Sizin de merak edeceğinizi düşünerek ekliyorum buraya. Karakteri merak ediyorsanız okumanızı tavsiye ederim.
[error title="Spoiler Bölgesi" icon="exclamation-circle"] Akıl hastanesi fikri oldukça cezbedici. Özellikle sürekli iki farklı dünya arasında gidip gelmemiz çok daha karmaşıklaştırıyor olayı. Marc Spector güzel bir karakter. Kendisinin girdiği buhranlar, problemler çok çok güzel yansıtılmış. Yatak örtüsünden kendisine kostüm yaptığı şu kare ise efsaneydi:
Başka ne söylenebilir bilmiyorum, çünkü hikaye kendi kendisini çok güzel bir şekilde tanıtıyor. Okumanızı öneririm. [/error]
The Unbelievable Gwenpool #1
Marvel'ın şu anda en popüler iki kahramanı var: Deadpool ve Gwen Stacy. Deadpool uzun bir müddettir ön plandaydı, filminin çıkmasıyla daha da ön plana çıktı. Ama dizilerde ya da filmlerde görmediğimiz Gwen'in popülaritesi, geçtiğimiz senelerde Spider-Verse hikayesiyle tanıştığımız Spider-Gwen'le arttı. Sonra da her yere sıçradı Gwen de. Şimdi de iki popüler karakterin bir araya gelmiş halini okuyoruz. İlk sayımız, Gwenpool'a çok hızlı bir giriş yaptırıyor, yeni bir sidekick karakterle tanışıyoruz, Gwen'in paralı askerlik işine girişini izliyoruz. Seriyi özetlemek gerekirse, Marvel, kendi Harley Quinn'ini yaratmış arkadaşlar. Ya da Deadpool'un daha tatlı versiyonu da diyebiliriz, zira çok tatlı sahneleri var. Gwen'in süper güçleri yok, bu yüzden de silah kullanıyor, ama acıması hiç yok. Silahlar pahalı olduğu için de sürekli bir iş bulma peşinde. Gelin görün ki kimse de kendisine iş vermiyor. Böyle böyle kendi ayakları üzerinde durmaya çalışıyor. Dergide direk dördüncü duvarı sağlı sollu kıran sahneler çok fazla. Ama öyle böyle değil, neredeyse her sayfasında çizgi roman karakteri olmanın dışına çok fazla çıkıyor ve orada da kalmayıp, bu 4. duvarsızlığı, kendi hikayesi içinde kullanıyor. Bu açılardan çok çok başarılı bir iş. Okumanızı tavsiye ederim. Çizimlerin tatlılığına ise birkaç örnek vereyim:
[error title="Spoiler Bölgesi" icon="exclamation-circle"] Öncelikle son sahnesini gerçekten hiç beklemiyordum. Serinin çok geyik bir havada geçeceğini düşünürken ve hatta MODOK'la dalga geçmesine gülerken daha yeni yaratılmış, hikayenin en önemli karakteri olabilecek kişiyi öldürmeleri baya şaşırttı. Öte yandan Gwen balına bir adam öldürdü, ünlü oldu. Daha ilk vukuatında kendisini tutuklayan polis, artık bu hayatı istemiyorum diyerek ikiliyi bıraktı. Bankayı soymaya gelenlerden, Hacker çocuk, yanındaki manyağın ortağı olmayı anında kabul etti. Adam amcamı öldürdün diye kızarken bir anda "amaan zaten bu işleri bırakmak istiyordum" dedi. Yani bunlar çok sıkıntılı gördüğüm noktalardı. Ama sadece Sentinelleri, eski X-Men oyunundaki gibi belli bir düzenle hareket ediyorlar diyerek yenmesi, günahlarının yarısını siliyor bile.
Klişe gideceğini düşünürken genel anlamda kendine has bir hikaye anlatmayı başardı sayı yine de. Ancak gelin görün ki çok fazla Deadpool havası var. Yani olacak tabii ama Deadpool'un tarzını ölümüne sömürüyorlar. Buna kendini tanıtma sayfasında, okuyucuyla konuşma kısmı da dahil. Ancak sayının artıları çok çok daha fazla. Kesinlikle takip etmeniz gereken bir seri olmalı.[/error]
Silver Surfer #3
Silver Surfer, All-New All-Different Marvel evreninde yepyeni bir yazar ekibiyle yeni yayın hayatına başlamıştı. Ancak ilk iki sayısı itibariyle aradığım tadı bulamadım. Silver Surfer, kahramanlar arasındaki en malankolik en içli varlıklardan biridir ama yeni seri, "daha aydınlık" bir ton kurmayı hedeflemiş. Bu yüzden Surfer'ın yanı başında uzaylılardan kurtardığı Dawn isminde bir kız da geziyor. Çok dolandırmaya gerek yok ama Doctor Who izleyenler, Surfer ve Dawn'ı doğrudan doğruya 10. Doktor ve Rose Tyler'a şiddetle benzeteceklerdir. Hikayede ise Norrin'in eski gezegeninin bir kalıntısı olan Illuminatrix ismindeki devasa bir silah (Death Star'ı oldukça andırmakta), Dünya'nın üzerine gelmiştir ve Dünya'yı, Silver Surfer'ın kendi dünyası Zenn-La'ya benzetmeye başlamıştır. Bu işin ardındaki kişi de Surfer'ın çok yakından tanıdığı birisidir. 3. sayı ise Silver Surfer'ın 50. yılına özel bir sayı ancak hikayeyi de devam ettiriyor. Dolayısıyla bağımsız okunabilecek bir hikaye değil. Her ne kadar fena bir macera olmasa da 50. yıla özel daha çok şey olmasını beklerdim. Bütün sayı boyunca Dawn'ın, Surfer'a aşk tribi atmasını değil.
[error title="Spoiler Bölgesi" icon="exclamation-circle"] Ve evet, Surfer, Ben Grimm ile savaşıyor. Sayının neredeyse yarısını kaplayan kavgaları açıkçası ne hikayeye ne de olaylara ekstra bir derinlik katıyor. Öte yandan ilk defa yıllar önce kaybettiği sevdiceği Shalla-Bal'a verdiği tepki o kadar sıradan ki sayıdaki hiçbir şeyi sindiremeden sayı bitiyor. Dawn'a aşık olması meselesi ise ayrı bir fecaat.
Tabii sayının sonunda Surfer bütün güçlerini kaybediyor. Muhtemelen yeniden kazanana kadar "aşırı sıkıldığı" Dünya'da Dawn ile evcilik oyunlarını izleyeceğiz gibi. Evet, bu yeni Surfer'ı hiç sevemedim. Ancak yukarıda verdiğim absürt Avengers sahnesi güzeldi, hakkını vereyim. [/error]
House of Penance #1
Ve bu hafta seçtiğimiz yediliden son çizgi romana geldik. Listemizdeki 3 DC, 3 Marvel'ın yanına 1 de Dark Horse Comics'ten çıkma, Peter Tomasi'nin yazıp Ian Bertram'ın çizdiği House of Penance'ı ekledik. Sayıyı Scott Snyder tavsiye edince biz de bir bakalım dedik. Serimiz bir korku hikayesi. Çocuğunu ve kocasını kaybeden Sarah Winchester ismindeki bir kadın korku içinde yaşamaktadır. Evinde bile kendisini huzur içinde hissetmiyordur. 1900-1905 arası bir tarihte geçen hikayede Bayan Winchester, evini inşaat haline sokar, hiç bitmeyecekmiş gibi devam eden çalışmaları yakinen takip eder. Evde çalışan çoğu kişi eskiden belalı, pislik tip olsalar da parası iyi olduğu için çalışmaya niyetlidirler. Ancak hiçbir yere çıkmayan merdivenleri, hiçbir yere açılmayan kapıları ve alakasız bir şekilde odalarındaki karanlık delikleriyle Winchester konağının tek bir kuralı vardır: İçeriye silah sokmak kesinlikle ve kesinlikle yasaktır. Bütün silahları toplayan ve geceleri uyumadığı düşünülen Bayan Winchester'ın bunlarla ne yaptığı ise meçhuldür. İlginç bir seriye benziyor. Şans verilebilir. İçerisinden şöyle bir görüntü verebilirim:
[error title="Spoiler Bölgesi" icon="exclamation-circle"] Bayan Winchester oldukça ilginç bir karakter ama asıl ilginç olan, hikayedeki gizemli yeni eleman. Kızılderilileri vurduğu sahne kesinlikle dehşetti. Birçok insanı gözünü kırpmadan öldürdüğünü gördük ama yaratıcı ekip, karaktere bir de anne kucağındaki bir bebeği öldürterek serinin tonunu belirlemişler. Tüm sayı içinde en çok nefesimin kesildiği an ise, vurmaya niyetlendiği kızılderilinin, bu şekilde donuk donuk bakması oldu:
Özetlemek gerekirse, House of Penance, kesinlikle şans verilmeyi hak eden bir hikaye. [/error]
Yorum Gönder