X-Men : Days of Future Past İncelemesi

 Bir filmde tek kahraman ya da en azından bir ‘’ side-kick ‘’ görmeye alışık olduğumuz için X-Men, birden fazla kahramanı, büyük bir takımı bize sunan film olarak 2000’li yıllarda tam  bir efsane oldu. Bana kalırsa efsane olmayı da hak etti. Bryan Singer, X-Men’ i sinemaya taşımakla aslında büyük bir risk alsa da, eline yüzüne bulaştırmadan mükemmel bir iş çıkardı ilk film ile.X-Men evreni büyüdükçe büyüdü kendi içinde bir üçlemenin yanında Wolverine karakteri için de iki ayrı film de çekildi, Charles Xavier ve Eric Lansherr’in geçmişleri için de First Class filmi ile altı filmlik X-Men macerası beğenimize sunuldu. İlk üçlemenin ikinci filminin ardından X-Men yönetmenliğinden ayrılan Singer’dan sonra her şey sarpa sardı, orijinler bulamaç oldu derken, bu filmde Bryan Singer X-Men’ i yeniden eline aldı ve Days of Future Past filmiyle tekrar karşımıza çıktı.


 İşte yazının buradan sonrası için ( Her zaman olduğu gibi ) spoiler alarmı vererek incelemeye başlıyoruz.
 Her zamanki özelliğim olarak ilk önce olumsuzu anlatmakla başlasam daha iyi olacak ( Gelenek bozulmasın ). Bu nasıl bir bulamaç oldu bana birisi anlatmalı. Biz tüm  X-Men filmlerini ilk üçlemenin dışında bağımsız ele alırken, Bryan Singer alıp hepsini birleştirdi. Ortaya ise bir orijin lapası çıkmış oldu böylelikle. Tabii Marvel Studios birbiriyle bağlantılı filmler yapmaya başladıktan sonra Fox da aynı atağı yapalım demiş olmalı ama görüldüğü üzere pek olmamış sanırım ( madem böyle bir niyetin var oturup eski filmleri birleştireceğine yeni filmler yap, neden bize bunu reva gördün Fox? ).Bilirsiniz ilk üçlemenin sonunda ölen ( Tabii ölmediği filmin credits kısmından sonra anlaşılan ) Profesör X, ne ara hem de sakatlığını bile koruyarak geri döndü ? ‘’ Hani bunu bize madem yaptınız, araya bunun açıklamasını yapabilecek bir flashback koyamaz mıydınız  ? ‘’ diye soruyor insan. Bunun ardından, en son bıraktığımızda sadece katı cisimlerin içinden geçebilen Kitty Pryde ne ara insanlara zihinsel zaman yolculuğu yaptırmaya başladı, bunu nasıl keşfetti, bunun için flashback  bile değil küçük bir diyalog koysalardı ne olurdu sanki !
 Sanki X-Men evrenine kıran girmiş gibi, her filmde mutlaka aynı bilindik karakterleri görmesek sanırım senaristlerin, yönetmenlerin gözlerine uyku girmez. Çizgi romanlarını takip ettiğim ( Bu aralar takip etmeye çalıştığım diyelim ) X-Men evreni çok fazla daraltılmıyor mu sizce de? Zaten Wolverine ( ve Hugh Jackman ) tüm filmleri kotarır vaziyette şuan filmler için konuşursak. Her filmin ana karakteri olarak Wolverine yine bu filmin ana karakteri. Bence bu durum da değişmeli oyuncu da değişmeli. Şirketler aynı taktikleri uygulamaktan ziyade biraz risk almayı öğrenseler ( Para korkusu tabii, kim düşünür riski ) karşımıza daha mükemmel şeyler çıkacağına inanıyorum. Ancak bunun yerine yeniden Wolverine üzerinden giden bir hikayeyle bu filmi izliyoruz maalesef.



Unutmadan ekleyeyim, genç Charles Xavier için yaratılan hikayenin de hoşuma gittiğini söyleyemem. Araya acıklı bir Charles Xavier hikayesi koymak için ( Hani ‘’ Biraz da dram olsun ‘’ dercesine ) harcadıkları çabayı görüyor insan fakat sırf filmin ortasında genç ve yaşlı Profesör X konuşması için nasıl döndüğü belli olmayan yaşlı hali ve isyankar, alkolik ve bir o kadar da bunalımlı genç hali filmden çıkınca ‘’ Ne gerek vardı ? ‘’ dedirtiyor insana.
 Ben yönetmen olsaydım ( nedense bu başlangıcı içeren cümleyi başka bir incelemede tekrar duyacaksınız gibi geliyor ), filme ilk Sentinel saldırısının nasıl başladığını göstererek bir giriş yapar ve jeneriği öyle verirdim. Daha heyecanlı olacağına adım gibi eminim. Ancak bunun yerine kıyamet sonrası ( Post-apokaliptik de diyebiliriz ) Dünya ile başlıyoruz filme. Sentinel tasarımları birçoğunun hoşuna gitmese de ( Aslında bazı sahnelerde ilk Thor filmindeki kafasından ateş çıkaran metal canavarı anımsatmadı değil ) ben gayet beğendim. Fazlasıyla çığırından çıkmış Sentineller, mutantları yok etmenin yanı sıra çocuğunun mutant olma ihtimali olan insanları da yok etmeye başlamışlar, fazlasıyla hunharca bir Sentinel hikayesi ama etkileyici.
 Film belki başlı başına efsane olamayacak ancak efsane olması muhtemel bir sahneye sahip. J. F. Kennedy suikastinden sorumlu tutulan Eric Lensherr/Magneto’ nun hapishaneden kaçırılma sahnesinden bahsediyorum. O ağır çekim Quicksilver sahnesi ( Sahnede çalan müzik de ayrı güzeldi ) eminim ki bir çoğunuzu etkilemiştir. Warner Bros. Flash’ ın dizisinde ne yapar bilmiyorum ancak Fox hem  Marvel Studios’tan hem de Warner Bros.’dan önce davranarak yüksek hızlı bir karakteri karşımıza çıkardı. Umarım diğer iki şirket de aynı başarıyı gösterirler. Bu arada başarı dediğim sadece on dakikalık bir bölüm ve buna rağmen insanın dilinden düşüremediği bir sahne ( O kadar da eleştirmiştik oyuncu seçimlerinde ).



Ben Magneto karakterini ilk filmden beri çok sevdim. Ian McKellen ilk olmasına rağmen bana kalırsa Michael Fassbender ondan daha etkileyici  ( Durumun yaşla alakası yok ). Hele ki filmin sonlarına doğru koskoca bir stadyumla beraber havada uçarken Fassbender ‘’ İşte Magneto  ! ‘’ dedirtmeyi başardı kendisine. Bu arada Sentinelleri nasıl sabote etti öyle? Bolivar Trask akıllılık yapıp hiç metal kullanmamış olabilir, ancak Magneto da onların içine metal gayet rahatlıkla yerleştirebilir!



 Bolivar Trask mı dedim az önce ? Peter Dinklage’yi gördüğüm yerde dövesim var gerçekten. Rolü kötü oynadığı için değil, aksine çok fazla inandırıcı ve etkileyici oynadığı için. Filmden çıktıktan sonra beni sinir küpü haline getirmiş olduğu için kendisini ayakta alkışlıyorum. Şunu da unutmayın, filmde Bolivar her fırsatı bulduğunda ‘’ Hadi mutantları yok edelim, proje de burada bakın ‘’ diye karşımıza çıkıyor. Lütfen Homo-sapiens’ en Homo-superior’a evrilmeyi doğal karşılar mısın Bolivar Trask !

Son olarak filmin sonuna değinmesem olmaz. Seri kendini reboot ederek önceki tüm filmleri artık yok saydı. Anlayacağınız ilk filmden son filme kadar izlediğimiz her şey yalan oldu ama  iyi de oldu. Üçüncü filmde kahredici bir şekilde benim X-Men evreninde en çok sevdiğim kahraman olan Scott Summers/Cyclops bildiğiniz hiçbir lüzumu olmadan öldürülmüştü ve bana kalırsa yapılmış en büyük hataydı. Baktılar ki  filmler teker teker izlendiğinde güzel ama birleştirince hikaye sıvıyor, seriyi kendi kendine reboot ederek geçmişteki hatalarını böylelikle kendilerince temizlemiş oldular. Tabii burada Bryan Singer’i tebrik etmek lazım, o kadar filmi birleştirip yapılabilecek en iyi rebootu yapmış, bundan daha iyisinin yapılabileceğini zannetmiyorum. Bunun dışında son sahnede eski filmlerden tanıdığımız tüm karakterleri görmüş olmamız mükemmeldi, hele ki Scott Summers’ı görünce sinemada istemeden ( mutluluktan ) küfürlü bir tepki verdim ama hiçbirisi Jean Grey’i ( Famke Janssen sen hiç yaşlanmaz mısın ? ) yeniden görmenin verdiği mutluluğu da vermiyormuş bunu anladım. X-Men : Apocalypse filmi daha Days of Future Past vizyona girmeden Bryan Singer tarafından duyurulmuştu. Bu filmin daha iyi olacağını düşünüyorum, çünkü Bryan Singer X-Men evrenine fazlasıyla önem veren bir yönetmen ve bu evrende iyi işler çıkardığını ilk iki filmiyle ve bu filmle de görmüş olduk. Tavsiyem artık Magneto rolünde Ian McKellen yerine Fassbender’ in devam etmesi keza Profesör X rolüne de James McAvoy. Hazır ellerinde bu iki rolü başarıyla oynayan oyuncular varken eski oyuncuları umarım eski serilerde bırakırlar. Tabii Mystique rolünde de Jennifer Lawrence kalmalı haksız  mıyım ?
Not : Bu yazı bana geçen incelemede laf çakan Topfury hocam ve büyük aşkı Emma Watson’a ithaf edilmiştir !

 

Yorum Gönder

[disqus]

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Blogger tarafından desteklenmektedir.
Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget